Cumartesi, Nisan 18, 2009

rastlantı

bu sabah babam "yüksük" sözcüğünü kullandı bir vesile ile. sonra yazmak için pc başına oturduğumda, kenarda, varlığından habersiz olduğum bir yüksük buldum. bu bir rastlantı mıdır?

aylardır görmediğim, işin aslı görmeyi de, görüştüğümüz dönemdeki gerilimlerden, kavgalardan, hatalardan ötürü istemediğim 18 yaşından beri tanıdığım bir dost, dün işyerime geldi. dün aynı zamanda yeni işime başladığım günden beri ilk kez "bu benim işim" duygusunu yaşadım. (işle kurduğum iğreti ilişkinin olağan sonucuydu bu durum. hadi en sevdiğimiz işi yapıp büyük laflar edelim: doğrusu hayatla kurduğum eğreti ilişkinin olağan sonucu.) bu bir rastlantı mıdır?

o da mutsuzdu. o da hiç olmadığı kadar yalnız hissetmişti. rakı içtik, dertleştik, kızdık, duygulandık. sonra yıllar sonraki halimize şaştık. onca yaşanmışlık, onca kavga, kırgınlık, mutsuzluk, üzüntü, sevinç, coşku. hepsi masanın bir köşesine yerleşmiş, bizi halimizi, dünya halini, becerilerimizi, hatalarımızı, umutlarımızı, hayal kırıklıklarımızı anlattılar. son cümle "yine de seni çok seviyorum" oldu. ayarıldık, eve geldim, ev ahalisi film izliyordu. film yeni başlamıştı, onların yanında rahat bir konuma yerleşip, ben de izlemeye koyuldum. "man from the earth" 14.000 yaşında olduğunu arkadaşlarına anlatan bir adamın hikayesi. filmi anlatmayayım ama sorumuzu unutmayalım: bu bir rastlantı mıdır?

peki, rastlantıların bir anlamı var mıdır?

Pazartesi, Nisan 13, 2009

sana olan aşkımı kaldırım taşlarının altına yazdım

aklımda kaldığı haliyle başlığımıza konu olmuş slogan, paris 1968'in devrimci günlerinden armağan. sloganı ilk duyduğumda kaldırımların altına işlenmiş aşkın dünyayı değiştireceğini düşünürdüm. her neyse, mesele bendenizin geçmişle hesaplaşması değil, ürkmeye gerek yok. çağrışımlı düşünmenin olağan sonucu sadece. belki bu yazıya "türkiye'de yerel yönetimlerin kaldırımlarla inatçı mücadelesi" tadında iddialı bir başlık daha atılabilirdi. konuya gelelim.

son iki yıldır, saçma sapan yoğunluktaki, ne işe yaradığını kestiremediğim hayatımdan kaçıp sığındığım güzel bir yer kaş. arşiv bölümünden kaş'a tarafımdan yazılmış övgülere ulaşabilirsiniz. turizm her yeri olduğu gibi , orayı da kendine benzetip, sıradanlaştırma, bir örnekleştirme yolunda epey adım atmış. ne var ki kaş ufak çapta olsa da kendini korumayı başarmış bir yer. sözgelimi herşey dahil oteller yok denecek kadar az vs... tabi burada asıl mesele kaş'ın coğrafi konumu. uzun sahil şeirtleri olmadığından, sadece yatmasını bilenlerin ilk tercihi olamıyor...

kaldırım sözcüğü, ankara'da yaşayan hemen hemen herkese sinir bozukluğunu anımsatır. hiç bir zaman sağlam değildir. yağmur yağdığında, hangi kaldırımın altında birikmiş çamurun pantolonunuza çizmenize saldıracağı belli olmaz. siz ankara'da yaşamanın kazandırdığı içgüdü ile sağlam olan olmayan arasında sezgisel ayrımda başarılı olsanız da, ankara'ya yeni gelmiş, birilerinin kendi saldırgan çamurunu sizinle paylaşmayacağının da garantisi yoktur. bu da yetmezmiş gibi, bu taşlar her baharda sökülür yenileri yerleşir, ama nedenese bir türlü becerilemez (acaba devasa granit taşlar, ve zeminde gerekli düzenlemenin yapılmaması olabilir mi?) , aynı sorun her karda yağmurda yeniden yaşanır. yani ankaralı için kaldırım zaten deyim yerindeyse bir gönül yarasıdır.

bugün eve geldim mailime baktım. kaş'ın güzel kaldırımlarının, seçimlerden bir ay önce jet hızıyla sökülüp, yerine ankara'dan tanıdık devasa granitlerin yerleştirildiğini öğrendim. buraya da onlardan iki fotoğraf aldım yükledim.
bu söküm işlemi sırasında çekilmiş ki, beni ağlamaya davet ediyor.
bu da tüm büyükkent yaşayanlarına tanıdık gelecek çirkin taşlar....

öte yandan en azından kaş'ın hala bir meydanı olduğuna da sevinmiyorum desem yalan. hala kaçılacak bir yer gibi duruyor. bakalım ne zaman ondan da mahrum kalacağız?

ilgilisine link:http://www.kasmeydantalani.blogspot.com/

Pazar, Nisan 12, 2009

bahar, umut, güneş vs...

bütün iyi kitapların sonunda
bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda
meltemi senden esen
soluğu sende olan
yeni bir başlangıç vardır

parmağını sürsen dünyaya, rengini anlarsın
gözünle görsen elmayı, sesini duyarsın
onu işitsen, yuvarlağı sende kalır
her başlangıçta yeni bir anlam vardır.

nedensiz bir çocuk ağlaması bile
çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır
E. C.

Baharın ilk günleri, tüm insanlığı birleştiren bir tınıya sahiptir. Zulme, kötülüğe zorbalığa karşı, kendisine yapılan onlarca davete rağmen bir türlü birleşmeyen insanlık, baharda en kötü olasılıkla gülümseme ortak paydasında birleşir. Her yaştan, her sınıftan, her ruh halinden insan gülümsemeden edemez. Bir zamanlar izlediğim, hayal meyal hatırladığım bir filmde, baharın küçük gülümsemelerine kanın katliamın zulmün ket vuramadığı hoş bir sahne vardı. Cem yayınevinin çocuk kitapları serisi henüz doğmadan satın alınan kuşağın hatırlayacağı aklımda yarım yamalak kalmış bir de şiir var aklımda, baharı yoksul çocukların neden o kadar çok sevdikleri üzerine.

Baharın bu etkisi, şimdilerde yerine yeni bir bar açılmış olan mekana ismini vermişti. Paris Baharı 1968, Prag Baharı 1968, fotoğraflarının yanında Çingeneler her mevsim bahar arz-ı endam eylemişti. O fotoğrafları çok severdim, ama en çok çingeneleri.

Madalyonun öte yüzü, operasyon demektir bahar ayları, kışın kapatıcılığı ortadan kalkıp, güneşe yüzünü gösterdiğinde, silahlar yeniden konuşmaya başlarlar. Yeniden haber bültenlerinde, onlarca yaşamın sonu “rakam” olarak yer bulur. Sadece rakam olmak, ne acımasızlık, hakikaten olası en kötü yaşam şeklinde yaşıyoruz.

Böyle güneşli, bir sabaha uyanınca insan, bütün katı gerçekliğine rağmen yaşamın, tozlu kitaplardan yıllardır okumadığı şiirleri ararken buluyor kendini. Sonra Bloch amcamız ister istemez akla düştü, yazdığı cilt cilt Umut ilkesi ile. Gündüz düşleri… Umut üzerine cilt cilt kitaplar yazmış, bir yolunu bulup, umudunu yitirmiş gariban insan türüne uzaktan bakınca acımamak ne mümkün. Madem bu türün müstesna bir üyesi ile başladık, müstesna başka bir üyesiyle bitirelim:


sen beni sevdikçe ey yar derdim artar daima
çünkü beni sevsen de
güvenmezsin bana bilirim
ama artan her şeyle birlikte yanlışlık da artar
mesela her su gözyaşı olur
her dönem bir hazin geçiş
suya boşversem yanılsama
aya baksam bir bulut
sevgisizlikle birlikte yanlışlığın hükmü başlar

bir düşün kaç kişiyiz bildirlerde
şimdilik kaç paralığız hele akşam olunca
bunca sütsüzün kahrını çektik düşün ki
gene de soluğumuz
bir orman yangını sayılır oralarda buralarda
ezildik gerçi ama horlanmadık bunu hattırlarsın
mutlaka hatırlarsın bunu
tut ki enver bırakır tehdidini
ethem başlar

çünkü beni sevsen de bana güvenmezsin iyi bilirim
apoletim sırmasız hatta hiç yok
su içsem ağzımın kenarından dökerim
neyi hatırlatır benim sana uzak bir bakışım
bilirim
aslında mutsuz yaşayıp gidiyoruz
ölüme direnerek şimdilik
şimdilik alımlı başka mutluluklara özenerek
aşkımız ve mutfak rafları ve uçaklar üstüne korkumuz
bir yudum gelecek ve mutlu saatler üstüne korkumuz
ama birlikte biliyoruz:eğilecek bugünkü başlar.

sev beni, alış bana
kimse ürkütemez bağlandığımız güzelliğin utkusunu
sev beni, bir dağ gölgesi kadar sev
şimdilik bırak musluğun sızmasını damın akmasını
bir tırnak gibi büyü domuz bir tırnak gibi
zorlayarak her bir yanı
çünkü biraz sonra umut başlar her günkü, başlar

aslında bir alıştırmadır umut
öbürlerinin azıcık nefes diye bağışladığı
-baharı beklemeye benzer-
hain ve olmayanadır çünkü
umutsuzluğu taşır yanında
oysa nasıl olsa gelecektir bahar denen tarih
önüne durulmaz mantığıyla doğanın
yeşilden olma birim
sudan gelen itmeyle

umut yoktur
kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek
çünkü umut kaçınılmaz gelecektir
bütün gümbürtüsüyle
umut kaçınılmaz gerçektir çünkü
biri asya'da biterken sözgelişi, şili'de öbürkü başlar.
T. U.

Cumartesi, Nisan 04, 2009

ben bugün haber okudum

bu sabah uzun süredir doğru dürüst bakmadığım gazetelerin internet sitelerinde dolandım. bir kaç notu da buraya düşelim.

önemli uyarı: bu not düşme işlemi esnasında elden geldiğince, çağımızın habercilik algısı masaya yatırılmayacak. keza çemkirme mideye zararlıdır.

efendim ilk haber Irak'tan kaynağına buradan ulaşabilirsiniz. Başlık: Kuzey Irak’ın küçük Amerika'sı. Bir de fotoğraf kullanılmış, o da aşağıda görülmekte.

"Kuzey Irak’ın Erbil kentinde işgalin ardından yükselen ABD destekli şirketler, bölgede küçük bir Amerikan kenti yaratmayı da ihmal etmedi. Kuzey Irak’ta “Kürdistan’ın en ayrıcalıklı villaları” olarak tanıtılan Hanzad Amerikan Köyü, bölgede işgalle beraber ortaya çıkan yeni zenginlere ve yatırım için bölgeye gelen yabancılara savaşın ortasında ayrıcalıklı bir hayat sunuyor. (...) Tanıtımda, bölgede Irak’ın diğer bölgelerinden farklı olarak silahlı askerler ve tanklar olmadığı, halkın bir bölümünün de yaşadıkları zorluklara rağmen son derece misafirperver olduğu ifade ediliyor. "

ABD'nin henüz tankıyla işgal etmediği yaşlı dünyamızın başka bir köşesini değerlendiren yoruma ulaşmak için ise buraya gidebilirsiniz. Başlığımız: Slumköylerde tarihin en büyük neoliberal terörü Ve tabi foto:
"Hiç duymuş muydunuz efendim, 2008’de Hindistan’da tam 16 bin çiftçi intihar etti. 2009’un şu zamana kadarki bölümünde ise canına kıyan çiftçi sayısı 2000’i çoktan geçti. 1997’den bu yana Hindistan’da hemen hemen hepsi böcek zehiri ile olmak üzere kendilerini öldüren çiftçilerin sayısı ise 200 bini aştı. Sahi, bunlar, “törpülendiği” konusunda kimsenin şüphesinin olmadığı, resmi bir kurum olan Ulusal Suç Kayıtları Bürosu’na ait (NRCB) rakamlar. Gerçek verilerin ürkütücülüğünü tahayyül etmeye çalışmak dahi hırpalayıcı."

memleketten haber arayanlar için ise, burası tavsiye edilir. Önce içimizi acıtan bir başlık: Kendisini aydınlara anlatamadan öldü ve tüm ihtişamıyla foto:

"Oran, Yazıcıoğlu'nun kendisine Ahmet Altan, Mehmet Altan, Cengiz Çandar, Fehmi Koru, Murat Belge, Rıza Türmen, Nuray Mert, Hasan Cemal, Ali Bulaç, Eser Karakaş, Oral Çalışlar, Etyen Mahçupyan, Şahin Alpay ve Ali Bayramoğlu'nun isimlerinin yer aldığı bir liste sunduğunu ve bunlarla görüşmeyi planladığını aktardı. Oran, görüşmeye ilişkin şu bilgileri verdi:"Bana bu listedeki isimlerle buluşturabilirmisiniz dedi. Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyduğunu sorunca 'Ülkenin üzerinde 12 eylül benzeri oyunlar oynanmak isteniyor bunlara engel olmak istiyorum. Ülkemin yeniden bir karanlığa çekilmesini istemiyorum' dedi." Kezban Hatemi, Yazıcıoğlu'nun aynı talebi kendisine de aktardığını söyledi."

nasıl bir demokratmış, meğer 12 eylül karanlığının engellenmesi yönünde çaba gösteriyormuş. bir kez daha anlıyoruz ki, 12 eylül hakkaten milatmış, sen yıllarca 12 eylül gelsin diye memleketin dört bir yanında insanları katlet. sonra karanlığa karşı mücadele etmek için aydınlarla buluşmak iste. ya işte böyle sevgili okuyucu, kolektif hafıza mı dediniz? konumuzla ne alakası var canım. memleketimizin güzide yöreleri Maraş ile Çorum'un yanında neden vahşet ve katliam kelimelerini kullanıyorsunuz? adamcağız, 12 eylül karanlığından ülkeyi kurtarmak için uğraşırken gidiverdi, istirham eidyorum sayın okuyucu kendinize geliniz. Koskoca liberal gazetemiz de olmasa nasıl bilecektik biz gerçeği, ah ah iyiki varsınız. bırakınız ben gideyim.

bir de obama'nın dışkısı ile ilgili haber vardı sayın okyucu lakin benim içim daraldı.

gud bay