Salı, Aralık 13, 2011

Az önce Ocak 2011'de yazdığım, ama nedense yayınlamamayı tercih ettiğim bir yazıyı paylaştım. Nedeni aleni aslında. Bloga geri döner miyim bilmem, madem bunlar gelmiş aklıma, üşenmemiş yazmışım, neden yayınlanmasın değil mi?

Çarşamba, Şubat 16, 2011

...

yaşlı gözlerle bana gelip,
sakın üzülme yavrum!
böyle büyür insanlar
ağlamak çare değil
zaman değirmenini durdurmak kolay değil

-ama babacım-

Perşembe, Ocak 27, 2011

...

32 gün önce, kabuslu huzursuz uykumdan, dünyanın en güven telkin eden sesiyle uyandım: "Haydi yavrum kalk! Kahvaltı yapalım birlikte, saat de geç oldu, haydi Laiacığım." On saat kadar sonra, kodaman kılıklı biri, o sesin beni bir daha uyandırmayacağını, iki sözcükle ifade etti: "onu kaybettik" 

25 yıl önce, evin şımarık prensesi ilkokula başladığında, kırk evin biricik kızıyken, kırk öğrenciden biri oluverdi. Okul sıkıcıydı, zaten bildiğim şeyleri, yeni öğreniyormuş gibi yapmam gereken bir yerdi, üstelik sınıftakilerden de hiç hoşlanmamıştım, hepsi ayrı bir karın ağrısıydı. Okulun ilk günü bittiğinde karşımda onu görünce, hemen başlamıştım anlatmaya, ne kadar sıkıldığımı, sıraların ne kadar rahatsız olduğunu... İnsanın içini ısıtan gülümsemesiyle dinledi beni ve dedi ki, "sen böyle her gün ne olduysa anlat bana, belki seversin ilerde, bir kaç gün daha git bakalım". Bir süre okula sadece babama akşam anlatacak hikayem olsun diye gittim. Bir de her gün bir sınıf arkadaşıma lakap takıyorduk, onun için. Geveze Ayça, derste bana bir şeyler söylerken öğretmenden azar işitmeme sebebiyet verdiği için gevezeydi. Balıkçı Hakkı ise, babam çocukken alış veriş yaptıkları balıkçı ile aynı ismi paylaştığı için almıştı balıkçı sıfatını.  Huysuz Haluk ve Mutlu Selçuk ise tek yumurta ikiziydiler, birbirlerinden ayırdetmenin yolu lakaplarında saklıydı. Sonra şımarık prenses okula ısındı, ama hikayeleri 32 gün öncesine kadar hep devam  etti. 

28 yıl kadar önce, babamla ben Ankara sokaklarını arşınlarken, japon mucizelerinden biri ile karşılaştık. Bir limondan iki çay bardağı limon suyu çıkaran japon mucizesi, Sakarya'da karşımıza çıkmıştı. Annemin nazarında ikimizin sicili epey bozuktu,  buna benzeyen çok sayıda japon mucizesini alıp, eve geldiğimizde hiç bir işe yaramadığı gerçeği ile yüzleşmiştik. Bu kez kazıklanmama konusunda kararlıydık kararlı olmasına, adam da gözümüzün önünde iki bardağı limon suyuyla dolduruvermişti. Babam atıldı, ben denemek istiyorum diye, iki çay bardağı olmasa da bir buçuk çay bardağı doldurdu. Bu kez annemden azar işitmeyeceğimizden emin bir şekilde aldık. Ama işte olmadı, yine evde işe yaramadı. 21 gün önce işten çıktım, bizim japon mucizesi, işyerimin önünde yeniden satılıyor. Mekanizma tamamen aynı, 28 yılda değişen tek şey, borunun ucuna eklenen kapak olmuş. Babam yoktu, ben aldım. 

12 yıl önce, öğrencisi olmadığım bir üniversitede düzenlenen yemekhane boykotuna katıldığım ve 2911'e muhalefet ettiğim gerekçesiyle hakkımda soruşturma açıldığında çakmak çakmak gözleriyle bana "Sen profesyonel eylemci olmuşsun" diye gürlemişti. Bu kavga esnasında bütün konsantrasyonumu ona "babacım" değil de "baba" diyebilmeye yöneltmiştim. O kadar zordu babacım dememek.  O sene 1 Mayıs'a katılmak epey güç olmuştu. Ertesi seneden itibaren ev ahalisinin geyik konusu olmuştum. "Birazdan gelir ablanız, surat kırmızı ses kısık", abla gelince, "yavrum diyorumki, alana giderken kolu açık bir şeyler giysen de böyle sadece suratın kızarmasa." Zaman içinde benim de lakabım olmuştu: evin terörden sorumlu devlet bakanıydım, bilgi yarışmalarında benim sorumluluk alanıma giren sorularda tüm gözler beni arar olmuştu.



Işıklar içinde uyu babacım, her anını dolu dolu yaşattığın bu 32 yıl için bütün içtenliğimle teşekkür ederim. Bana öğrettiğin herşey için, içimi dolduran hudutsuz sevgin için, her koşulda yanımda olduğun için, babam olduğun için...