j.j.rousseau, pek çokları tarafından "genel irade" kavramı eliyle totaliterliğin teorisini oluşturmakla suçlanmıştır. bu suçlamanın ne kadar doğru olduğu, ya da kendisinin bunu ne kadar hak ettiğini tartışmak niyetinde değilim. burada asıl dikkat çekmek istediğim, bu suçlamalarla yüzyüze kalan rousseau'nun teorisinin başka bir yönüne dikkat çekmek istiyorum. o da şu rousseau bireysel iradelere genel irade karşısında hiç şans tanımadığı halde, çok kesin ve net bir şekilde, temsili sisteme karşı çıkmıştır. hatta ona göre temsili sistem bireysel iradelerin genel iradeymişcesine açığa vurulmasının yolunu oluşturmakta ve böylece genel iradenin egemenliği söz konusuymuş gibi yapmanın aracıdır. bunları anlatmamın sebebi malum, önümüze bir kez daha jet hızıyla sunulmuş seçin bakalım seçin teranesinden kaynaklanıyor.
bir kez daha sandık başına gidiyoruz. ve yine önümüzde gerçekte seçilecek bir şey yok. ama önümüzdeki süreç boyunca yaşamın büyük bir kısmını işgal edecek, aslında hiç umursamayan ama umursuyormuş gibi yapanların soytarılıklarına, bol miktarda gürültü kirliliğine maruz kalacağız. bu yazının amacı asla kimseye oy vermeyin demek değil, yanlış anlaşılmasın, zira bu satırların yazarı da gider bişi bulur ona oy atar büyük olasılıkla.
benim asıl derdim, bu yalanla insan türünün daha ne kadar devam edeceği sorusu. günlerdir kafamda dönen bu. herkes farkında a ya da b partisi bir şeyi değiştirmekten çok uzak. cumhuriyeti kutsama mitingleri eliyle de zaten pek bir varlık gösterememiş sol da tamamen seçenek dışı bırakıldı. şu anda da uzun süredir yaptığı gibi, bir türlü müdahil olamadığı gündemin arkasından koşturuyor. e bu tabloda seçeneğin olmadığı bir seçimin anlamı nedir? daha ötesi varsayalım en istenir programa sahip parti (herkes içini doldursun benimkisi malum) seçildi. üstelik epey vekil soktu meclise. bu durmda da siyasal iktidara ve devlete endeksli siyaset anlayışına bir değişiklik yaratabilir mi? bana hiç de öyle gelmiyor. neyse böyle işte bu aralar da bunlar dönüyor kafada.
bir kez daha sandık başına gidiyoruz. ve yine önümüzde gerçekte seçilecek bir şey yok. ama önümüzdeki süreç boyunca yaşamın büyük bir kısmını işgal edecek, aslında hiç umursamayan ama umursuyormuş gibi yapanların soytarılıklarına, bol miktarda gürültü kirliliğine maruz kalacağız. bu yazının amacı asla kimseye oy vermeyin demek değil, yanlış anlaşılmasın, zira bu satırların yazarı da gider bişi bulur ona oy atar büyük olasılıkla.
benim asıl derdim, bu yalanla insan türünün daha ne kadar devam edeceği sorusu. günlerdir kafamda dönen bu. herkes farkında a ya da b partisi bir şeyi değiştirmekten çok uzak. cumhuriyeti kutsama mitingleri eliyle de zaten pek bir varlık gösterememiş sol da tamamen seçenek dışı bırakıldı. şu anda da uzun süredir yaptığı gibi, bir türlü müdahil olamadığı gündemin arkasından koşturuyor. e bu tabloda seçeneğin olmadığı bir seçimin anlamı nedir? daha ötesi varsayalım en istenir programa sahip parti (herkes içini doldursun benimkisi malum) seçildi. üstelik epey vekil soktu meclise. bu durmda da siyasal iktidara ve devlete endeksli siyaset anlayışına bir değişiklik yaratabilir mi? bana hiç de öyle gelmiyor. neyse böyle işte bu aralar da bunlar dönüyor kafada.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder