Cumartesi, Ağustos 29, 2009

adeta

bir adam varmış. en sık tekrar ettiği sözcük "adeta" imiş. herkesin barış içinde, edindiği ritüellerini rahat rahat yaşayacağı, açlık ve "adalet"sizliğin olmadığı bir dünya hayal ediyormuş. nedense "adalet"in sonradan kurulduğunu, kurucu olamayacağını görmek istemiyormuş. çünkü mekanı ve zamanı sınırsız kullanabilme şansına fazlasıyla sahip olduğu günler geride kalmış. o günlerin varlığını nedense, uyanıp işe gidip, akşam şehrin giderek kötüleştiği üzerine konuşup, konuşma sırasında kafasından geçenleri bir sonraki yazısında kullanmak üzere not alıp, ezberlediği dokunuşların ardından yeniden uyuma halini yılın 11 ay sürdürmeye bağlamış. adeta mutluymuş. okudukları, şehir dışına bir iki gezi, kafasındaki dünyaya ulaşmanın bir aracı olarak gördüğü iyi iş yapmak ona yetiyormuş. çocuğunun gülümseyen gözleri bir de.

hiç bir zaman "adeta"yı sürekli kullanmanın mutsuzluğa ilişkin bir veri olarak okunabileceğini düşünmemiş. farkında olsaydı bunlar olabilir miydi? kim bilir. kendi ritminin dışında bir enerjiyle karşılaştığında, ilk önce karşılaştığının "yaşam" olduğunu anlayamamış. kendi ritmini yaşam sanan sıradan bir faniymiş. ona tuhaf gelmiş bu enerji. garipsemiş. ama uzak da duramamış. sonunda bu enerjinin bağımlısı haline gelmiş. o kadar ki, uzakta kaldığında kendi ritmini yaşama eşitlediği gerçeği yüzüne vuruyormuş. ne çocuğu masummuş artık, ne de şehir giderek çirkinleşiyormuş. aksine cazibeye bürünmüş şehir gözünde, bunca zamandır farkında olmadığı gizemli bir cazibeye... artık kendini evrenselleştirmenin peşinde olamıyormuş. cazibenin peşine düşmüş.

yılın 11 ayı çalışmayacağı bir yaşam kurmak için neyin gerekli olduğunu düşünmeye başlamış. çoktan tarihin tozlu çöplüğüne kaldırdıklarının tozunu almak üzere yeniden rafından indirmiş. ilk yüzleşme, düşleriyle gerçekleşmiş. düşlerinin ne kadar da azaldığı ile yüzleşmek ağır gelmiş. eski yaşayışına geri dönmek o anda ona ölümcül görünmüş. o vakit yanı başındaki enerjiye sımsıkı sarılmış. giderek tanıdık gelmeye başlayan enerji, parlaklığından çok şey yitirse de, hayatına yeniden soktukları kendisini parlattığından henüz bu durumun farkında değilmiş. artık iş hayatının epey küçük bir kısmını işgal ediyormuş. şehirle birlikte enerjinin onu terk etmeye başladığını anladığında, kendini evrenselleştirme güdüsü bir kez daha devreye girmiş.

bu kez hayatına sözünü çoğaltma isteği girmiş. kendisi gibi sandığı birileri ile karşılaşması ise, ona ikinci güzel sürpriz gibi görünmüş. çarklar dönmüş, bırak söz çoğaltmayı giderek azaldığını ve köreldiğini anlamış. işte o anda gözünü açan enerjiden nefret etmiş. artık notaların dahi tatmin edemediği bir uçurumun dibindeymiş. en azından ona öyle gelmiş. halbuki uçurum dipsizmiş.

bir gayret sıçramak vaktinin geldiği düşüncesi aklını kurcalarken, uykusundan uyandırmakla suçladığı enerjiyi görmüş. görüşmedikleri sırada ritimlerindeki farklılığın çoğalması başta heyecan verici gelse de, kısa süre içinde kendisinin bir örneği ile karşı karşıya olduğunu anlamış.

kitaplara sığınma fikri artık eskisi kadar mutlu edemiyormuş. çocuğu masumiyetini yitirdiğinden onun gülümsemesi yeterli gelmiyormuş. onu masum olma zorunda bırakmanın ne kadar ağır bir yük olduğunu anlamamış. tanıdık olanın doğal olduğu yanılgısını herşeye rağmen aşamamış. sıçrama hevesiyle tutunacak bir şey ararken, duygusal zenginliği fazla gelen yeni bir enerji ile karşılaşmış. arama ile bulma arasındaki mesafenin bu kadar kısa olduğunu henüz bilmiyormuş. yeni enerjiyi ezberlemek ona iyi gelmiş. yeni enerji ile birlikte uyanıp işe gidip, akşam şehirdeki herşeyin giderek kötüleştiği üzerine konuşup,konuşma sırasında kafasından geçenleri bir sonraki yazısında kullanmak üzere not alıp, ezberlediği dokunuşların ardından yeniden uyuma halini yılın 11 ay sürdürmeye başlamış. aynı dönemde çok uzun süredir kullanmadığı bir sözcük hayatına geri dönmüş: "adeta"

1 yorum:

Adsız dedi ki...

orginal...

istanbul'dan sevgilerle...