tüm insanlar için genel ve geçer bir kaide olarak nitelendirebileceğimiz takdirden hoşlanma, zevk alma duygusu, insana öteki yaratarak kendini var etme potansiyelini de taşımaktadır. şöyle ki, takdir ettiğimiz şeyler genel olarak bir göz attığımızda karşımıza çıkan ortak özellik de bu öteki yaratma kabiliyetine tekabul eder: ya bu toplum içinde bir konuma ulaşma ya da hayata nereden baktığımıza da bağlı olarak bu toplumun dışında ona rağmen bir şeyi yaratabilme becerisi. her iki durumda da toplum ya da içinde yer alınan ortak ilgi alanları ve ortak niyetlerle bir araya gelinmiş topluluk için takdire layık görünen şey kişinin kendini farklılaştırma kapasiteisidir. kişi bir şekilde topluluğun ya da toplumun diğer üyelerinden farklı ayrıcalıklı bir konuma sahiptir, ve bu konum dolayısıyla takdir edilir. böyle bakıldığında kusursuz var oluşun namümkünlüğü üzerine söylenmiş, söylenen ve söylenecek binlerce düşünce aslında içi boş olmaktan kendisini kurtaramaz. çünkü öyle veya böyle insanlar takdir edilmekten zevk aldıkları sürece, takdir eden de onları tatmin ettiği sürece, mükemmelliğe ulaşma yolundaki adımlarına devam edeceklerdir.
hal böyleyken adorno amcamızın "mükemmellik faşizme özgüdür" sözüne dikkat çeknek önem kazanır. ancak önemli bir hatırlatmayla, insan içinde bulunduğu toplumun olanaklarıyla düşünür, dolayısıyla burada yazılanlar da bir uzaylının kafasından çıkmadığına göre, zaten yeniden modern olmuş toplumumuza özgü bir kavrayıştır tüm bunlar. ve elbette başka türlü bir yaşamın her anlamda var olabileceğine duyulan inancın ve daha önemlisi isteğin yokluğu noktasında ancak insan doğasına mündemiç bir faşizmden söz edilebilir. ki bu tür bir ruh halini aşma çabaları diğer yazılanlarda açıkça görülmektedir.
adorno amcamıza geri dönersek onun bu lafı hangi bağlamda söylediğini tam olarak hatırlamamakla beraber, hasta vücudumun bana oynadığı bir oyunun etkisiyle olsa gerek bütün gün kafamda bu laf dönüp durdu. takdir edilmek, edenin takdirini önemsemek ve mükemmel varlık olma isteği arasında kurduğum korelasyon, faşizm kadar birlik, bütünlük, aynılık ve tabi ki ötekiye dayanan bir sisteme özgü olarak algılanmasını şaşırtıcı bulmaktan çıkarır. başka bir deyişle, birlik aynılık bütünlük tabi ki üstünlük duyguları insanları "tam olma" eksiksiz var oluş"a götürür. elbette eksik var oluş eksik olma halinin temsilcisi olarak öteki de tam olma halinin garantörü olarak yanı başındadır. dolayısıyla tarihte sistematik dışlama ve yok etmenin en belirgin şekilde kendini gösterdiği toplumlarda, bu toplumların ötekiye olan ihtiyaçları doruk noktasındadır. çünkü son noktada kendi kusursuzluğu ötekinin kusurunda gizlenmiştir.
böyle bakıldığında gündelik faşizm diye adlandırılan, yaşamlarımızı kuşatan ve her davranışımızı doğrudan etkileyen iktidar ağlarının içinde takdir edildiğimiz, ya da ettiğimiz noktada insanları birbrinden ayırmaya başladığımız, ve varlığımızı bu dışlamalarla tanımlamaya başladığımız andan itibaren,hayatımıza, mükemmellik arzusu, hem kendi hem de çevremizdekilerin yaşamın alt üst edecek şekilde girmeye başlar. bu durum ben mükemmelime eşlik eden aslında iç yüzümü bilmiyorlar ben hiçimle bir arada yürür, bu ikiliğin temel sebebini ise sürekliliği sağlama arzusu olarak açıklamak yanlış olmayacaktır. şimdi hepimiz kardeşize, bir ve bütünüze getirmeye çalışmıyorum elbette lafı. ancak burada temel problematik bunu aslında neden yapıldığıdır. yaşamın neresinde bu yarışa başladığımızı bilmeden ne uğruna olduğunu sorgulamadan sadece sevgilinin bir gülüşü, babanın sırtını sıvazlaması, annenin gururu için mi yapılır? bu bile cevabı belirsiz bir sorudur.
ilk elden yaşamı farklı bir şekilde örgütlemenin yolu, sanırım ortak üretim kabiliyetini geliştirmenin yanı sıra dışlamanın ötesine geçebilecek bir ilişki biçimini kurma denemesidir. tabi bu durum pratik yaşamda burada söz edildiği rahatlıkta olmamakta, hatta çoğunlukla olmamaktadır. sanırım denemek ve en azından dışlamanın bilinçsiz bir şekilde yapıldığı ana kadar bunu zorlamanın faydası olacaktır.
peki tüm bunlar nerden çıktı? bilmem estiler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder