"bir kitabın şansı, okuyucularının yeteneklerine dayanır"
terentianus maurus
terentianus maurus
başlıktan da anlaşılacağı üzere, bu aralar laia cephesinde esen olumlu esintiler etkilerini hissettirmeye devam ediyor. iki masum harfin bir araya gelip cehennemi yarattığı "iş" kelimesinin sadece sözcük dağarcığında yer işgal etmesinin verdiği mutluluk, sağlığıma dahi iyi geldi, dürüst olmam gerekirse, bu kadar olumlu etkiyi ben de beklemiyordum.
odtü'ye sonbaharın güzel geldiğini, yeşilin, kırmızının, sarının, turuncunun tüm tonlarının insanı yaşamaya davet ettiğini bilenler elbette beni anlayacaklardır. vizeleri başlamak üzere olan küçük kardeş, onun çalışkan sevgilisi ö., ve tabi benim gibi yeterlik sınavına girecek diğer kardeş ile birlikte, odtü'de güneşin son günlerinde, renk cümbüşü içinde ders çalıştık. ilk yarım saat ders çalışmak yerine mm'in kantininde etrafta kimsecikler yokken, kasımın ilk gününde, okumanın ne kadar büyük bir şans, ne büyük bir lüks olduğu üzerine düşünmekle geçti. bundan üç yıl kadar önce cebeci kampüsünün çimlerine yayılmış, muhabbet eden, ve yaşadıklarının ne kadar büyük bir lüks olduğunun farkında üç kadın geldi aklıma.
inanması epey güç, ama çok güzel çalıştım. açık hava zihnimizi açıyormuş, doğruymuş. (bundan sonra malumu ilanlarımı numaralandırsam mı acaba?) hava soğuyana kadar da açık havada çalışmaya devam ettik. ben de 30 yaşımda bir üniversitenin kampusünde hala ders çalışabiliyor olmanın verdiği sefa duygusu içinde, normalde bir tam günde kaydedeceğimi öngördüğüm ilerlemeyi 3 saatte kaydettim. sonbaharın son güzel günlerini nerede geçireceğim belli oldu galiba.
sabah tüm aile üyeleri, ve çoktan ailenin parçası olmuş ö. ile birlikte kahvaltı ederken, (ö. de en az benim kadar cahil periler filminin hastası bu arada.) milliyet gazetesinin cumartesi ekinde ferzan özpetek'in yeni filmi üzerine bir değerlendirmeyi hep birlikte okuduk. filmi izlemedik, ama bir cümle benim kafamı kurcaladı. nil kural diyor ki: "dostluk, büyük sofralar, geçmişe saplantı ve zor şartlar altında kurulan bağlar gibi anahtar kelimelerle özetlenen bu özpetek evreni, son iki filmi "kutsal yürek" ve "bir ömür yetmez" de beklenen sonucu vermedi." yazının devamında ise, özpetek'in tema değişikliğini beceremediğini, ancak umutlu olduğunu en azından bir değişikliğe gitmeye karar verdiğini dile getiriyordu sayın nil kural. bana kalırsa, birilerinin dostluk, büyük sofralar ve zor şartlar altında kurulan bağlara vurgu yapan filmler çekmesi, sürekli bu minvalde hikayeleri anlatmayı seçmesi oldukça manidar. bir tekrar da olsa, ki olmak zorunda değil, (son iki filmi izlemediğimden pek rahat değerlendirme yapamıyorum bu konuda) takrarlar bazen iyidir. tabi benim bu yorumlarım kahkahalarla yanıtlandı. ev halkının tamamı bilmekteydi, benim sevdiğim bir hikayeyi tekrar tekrar kaç kere dinleyebileceğimi, izleyebileceğimi, okuyabileceğimi, anlatabileceğimi. odtü'den buraya nasıl mı geldik? bu aralar sıkça tesadüfler yaşıyorum, ki pazartesi günü yaşadığıma tanık olan d. bu konuda uyarmıştı beni, tesadüf tesadüfü beraberinde getiriyor haberin olsun diye. sabah kahvaltısınının gündemini oluşturan tekrar meselesi kahvaltıda kalmadı yani.
odtü'de ders çalışma fikrine ilham veren şey, ö.'nün, küçük kardeş, diğer kardeş, diğerin kardeşin sevgilisi ve benim için bu akşam odtü oyuncuları tarafından sahnelenecek oyuna bilet almasıydı. madem öyle dedik, sabahtan gidelim odtü'de çalışalım, sonra oradaki amcadan balık ekmek yiyelim oyunu izleyelim. ama işte sefa duygusunun gittikçe yoğunlaşması, ailenin bir diğer parçasının u.'nun gelişi ile sohbetin koyulaşması, keyifli bir yemek, üzerine muhteşem sıcak helva, baktık ki saatlere, ya çay keyfi yapılmayacak ya da oyundan vazgeçilecek. tabi ki oyundan vazgeçtik. odtü'deki film gösterimine gidelim dedi kardeşlerden biri, ve biz de ona gittik.
film bendenizin bugüne kadar hep severek izlediği romantik komedi filmlerinin bir derlemesiydi adeta. zaten hemen başında "when harry met sally..." ye saygı duruşu yapıyor, ve bilindik hikayeyi, kilişeleşmiş her türlü davranışı gözler önüne seriyordu. neyse pek eğlenceliydi, türkçeye "senden başka" diye çevrilmiş. filmde pek hoşuma giden yukarıdaki sahneyi yüce googleda ararken, yönetmenle yapılmış bir röportaja rastladım. ben daha fazla konuşmadan tek delinin ben olmadığını görmenin verdiği hoşnutlukla, oradan alıntı yapayım. "Woody Allen’in romantik komedi filmlerini izlemek benim için her zaman büyük bir keyif olmuştur. Tekrar tekrar izleyebilirim. Bu sevdiğiniz bir arkadaşınızı eve sıkça davet etmek gibi birşey – kendinizi iyi ve güvende hissedersiniz. Bana iyi gelen filmlerdir bunlar."
peki ama başlangıç alıntısı? ernst cassirer amcamızın machiavelli'nin hükümdarı üzerinden doğruladığı bir deyiş. konumuzla alakası? hoşuma gitti. :)
odtü'ye sonbaharın güzel geldiğini, yeşilin, kırmızının, sarının, turuncunun tüm tonlarının insanı yaşamaya davet ettiğini bilenler elbette beni anlayacaklardır. vizeleri başlamak üzere olan küçük kardeş, onun çalışkan sevgilisi ö., ve tabi benim gibi yeterlik sınavına girecek diğer kardeş ile birlikte, odtü'de güneşin son günlerinde, renk cümbüşü içinde ders çalıştık. ilk yarım saat ders çalışmak yerine mm'in kantininde etrafta kimsecikler yokken, kasımın ilk gününde, okumanın ne kadar büyük bir şans, ne büyük bir lüks olduğu üzerine düşünmekle geçti. bundan üç yıl kadar önce cebeci kampüsünün çimlerine yayılmış, muhabbet eden, ve yaşadıklarının ne kadar büyük bir lüks olduğunun farkında üç kadın geldi aklıma.
inanması epey güç, ama çok güzel çalıştım. açık hava zihnimizi açıyormuş, doğruymuş. (bundan sonra malumu ilanlarımı numaralandırsam mı acaba?) hava soğuyana kadar da açık havada çalışmaya devam ettik. ben de 30 yaşımda bir üniversitenin kampusünde hala ders çalışabiliyor olmanın verdiği sefa duygusu içinde, normalde bir tam günde kaydedeceğimi öngördüğüm ilerlemeyi 3 saatte kaydettim. sonbaharın son güzel günlerini nerede geçireceğim belli oldu galiba.
sabah tüm aile üyeleri, ve çoktan ailenin parçası olmuş ö. ile birlikte kahvaltı ederken, (ö. de en az benim kadar cahil periler filminin hastası bu arada.) milliyet gazetesinin cumartesi ekinde ferzan özpetek'in yeni filmi üzerine bir değerlendirmeyi hep birlikte okuduk. filmi izlemedik, ama bir cümle benim kafamı kurcaladı. nil kural diyor ki: "dostluk, büyük sofralar, geçmişe saplantı ve zor şartlar altında kurulan bağlar gibi anahtar kelimelerle özetlenen bu özpetek evreni, son iki filmi "kutsal yürek" ve "bir ömür yetmez" de beklenen sonucu vermedi." yazının devamında ise, özpetek'in tema değişikliğini beceremediğini, ancak umutlu olduğunu en azından bir değişikliğe gitmeye karar verdiğini dile getiriyordu sayın nil kural. bana kalırsa, birilerinin dostluk, büyük sofralar ve zor şartlar altında kurulan bağlara vurgu yapan filmler çekmesi, sürekli bu minvalde hikayeleri anlatmayı seçmesi oldukça manidar. bir tekrar da olsa, ki olmak zorunda değil, (son iki filmi izlemediğimden pek rahat değerlendirme yapamıyorum bu konuda) takrarlar bazen iyidir. tabi benim bu yorumlarım kahkahalarla yanıtlandı. ev halkının tamamı bilmekteydi, benim sevdiğim bir hikayeyi tekrar tekrar kaç kere dinleyebileceğimi, izleyebileceğimi, okuyabileceğimi, anlatabileceğimi. odtü'den buraya nasıl mı geldik? bu aralar sıkça tesadüfler yaşıyorum, ki pazartesi günü yaşadığıma tanık olan d. bu konuda uyarmıştı beni, tesadüf tesadüfü beraberinde getiriyor haberin olsun diye. sabah kahvaltısınının gündemini oluşturan tekrar meselesi kahvaltıda kalmadı yani.
odtü'de ders çalışma fikrine ilham veren şey, ö.'nün, küçük kardeş, diğer kardeş, diğerin kardeşin sevgilisi ve benim için bu akşam odtü oyuncuları tarafından sahnelenecek oyuna bilet almasıydı. madem öyle dedik, sabahtan gidelim odtü'de çalışalım, sonra oradaki amcadan balık ekmek yiyelim oyunu izleyelim. ama işte sefa duygusunun gittikçe yoğunlaşması, ailenin bir diğer parçasının u.'nun gelişi ile sohbetin koyulaşması, keyifli bir yemek, üzerine muhteşem sıcak helva, baktık ki saatlere, ya çay keyfi yapılmayacak ya da oyundan vazgeçilecek. tabi ki oyundan vazgeçtik. odtü'deki film gösterimine gidelim dedi kardeşlerden biri, ve biz de ona gittik.
film bendenizin bugüne kadar hep severek izlediği romantik komedi filmlerinin bir derlemesiydi adeta. zaten hemen başında "when harry met sally..." ye saygı duruşu yapıyor, ve bilindik hikayeyi, kilişeleşmiş her türlü davranışı gözler önüne seriyordu. neyse pek eğlenceliydi, türkçeye "senden başka" diye çevrilmiş. filmde pek hoşuma giden yukarıdaki sahneyi yüce googleda ararken, yönetmenle yapılmış bir röportaja rastladım. ben daha fazla konuşmadan tek delinin ben olmadığını görmenin verdiği hoşnutlukla, oradan alıntı yapayım. "Woody Allen’in romantik komedi filmlerini izlemek benim için her zaman büyük bir keyif olmuştur. Tekrar tekrar izleyebilirim. Bu sevdiğiniz bir arkadaşınızı eve sıkça davet etmek gibi birşey – kendinizi iyi ve güvende hissedersiniz. Bana iyi gelen filmlerdir bunlar."
peki ama başlangıç alıntısı? ernst cassirer amcamızın machiavelli'nin hükümdarı üzerinden doğruladığı bir deyiş. konumuzla alakası? hoşuma gitti. :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder