Salı, Ağustos 28, 2007

anlaşıldı...


bugün böyle her on dakikada bir bloga girilip bir şeyler yumurtlanacak... bu resmi http://www.temple.edu/photo/photographers/orkin/orkinphotos.htm adresinden arakladım. pek hoş değil mi? adı da "a girl in italy"

bu bir tesadüf olabilir mi?


şimdi mutluluğun resmini görünce orada da yağmur damlaları ile karşılaşınca bu bir tesadüf mü acep dedim. demekle kalmadım, buraya da yazdım.

yüzüncü yazımızmış bu


bu sabah böyle yağmurlu bir güne uyanmak epey mutlu etti beni. sonra çok eskiden bir gün ayağıma yağmur damlaları düşerek uyandığım bir günü hatırladım. sonra da güvercin ile burun buruna uyandığım günü... ya arada sırada hayat bana da güler... gerçi güvercin epey panik yaratmıştı bünyede, bir çığlık patlamıştı. yazık hayvancağız da ürküp, balkonun kapısına çarpmıştı. en az onun kadar ürkerek bakamadan babasına koşan kız çocuğu, "baba öldü galiba" diye ağlamıştı. neyse ki güvercin ölmemiş, yaşananın da güzel bir tesadüf olduğunun idrakına varılmıştı. serbest çağrışım benim kafam böyle çalışıyor...

Pazar, Ağustos 19, 2007

...

"oynamak zorunda olduğumuz oyun şudur: artık özel mülkiyetin kimseye ait olmadığını, çünkü tüketim mallarının bu kadar bollaştığı koşullarda hiç kimsenin bunların kısıtlanması ilkesine tutunmaya hakkı olmadığını, ama yine de sırf mülkiyet ilişkilerinin körce sürdürülmesine hizmet eden o bağımlılık ve muhtaçlık durumuna düşmemek için bile kişinin bazı şeylere sahip olmak zorunda olduğunu görmek ve dile getirmek. ama bu paradoksun tezinin varacağı yer yıkımdır: nesneler karşısında, sonunda insanlara da yönelen sevgisiz bir umursamazlık. anti tez ise, telafuz edildiği anda, rahatsız bir vicdanla sahip oldukları şeylere tutunmak isteyenlerin ideolojisine dönüşür. yanlış yaşam doğru yaşanmaz."

adorno

Pazartesi, Ağustos 13, 2007

tatil sonrası orta çağa'a dönüş...

yaklaşık olarak bir yıldır bu blogda yazmaktayım, takip edenler bilir, genelde yorgun ve huysuzumdur. işte böyle sanki yüzyılların yorgunluğunu taşıyormuşum hissiyle temmuz ayının son günlerinde kaş'a gittim. daha önce hiç gitmemiştim, çok duymuştum, merak etmiştim. kaş'a yerleşme fikrini hiç durmadan sıkılmadan her mevsim dile getiren arkadaşları anladım. o kadar güzeldi ki etraf, söz gelimi bodrum'a gitmiş olsaydım, ya da marmaris'e sinirden delirme noktasına geleceğim bir dolu talihsizliğe rağmen, suratımda kesintisiz bir gülümseme ile gezindim. ankara kasabasının sıkıntılı halleri de beraberimdeydi, ama ben yüz vermedim. ayrıca uzun süredir ilk defa maillerime hiç bakmadım, ortamda bilgisayar olmasına rağmen, tam bir tatil modundaydım.
tatil süresince beni az da olsa huzursuz eden tek şey takip etmemenin imkansız olduğu melih gökçek beyanlarıydı. zira gazete okumayayım diye kaçsan "nerelisin" sorusuna bir şekilde yanıt verdiğin birileri o beyanları hemen yorumuna sunuyordu. ya da kazara gözüne çarpan tv ekranlarında malum saçma sırıtışıyla ankara tiranı melih bey hazretleri beliriyordu. ama bu bile işin asıl o kadar da tadımızı kaçırmamıştı, bir kaç sinirle kurulan cümlenin ertesinde, kaş'ın buz gibi denizinde balıklar eşliğinde kulaç atarken, susuzluk çok da hissedilemiyordu. sonra malumunuz işe gireli henüz bir yıl olmamış bir toy çalışan olarak ancak 5 gün izin alabilmiştim. ankara yolları göründü.
işte kabus tam da böyle başladı, eve geldim.
-baba su var mı?
-yok
- ne zaman gelecek?
- yarın olması lazım ama belli de olmaz
-ne kadar süredir yok?
-bugün ikinci gün
ankara'da yaşayanlar ya da basını düzenli takip edenler hikayenin devamını aslında biliyorlar. ama biz yine de birazcık da olsa bahsedelim. ertesi gün işe gittim. su kesintileri başladığından beri iş yerimize hiç su gelmemiş, ortalık pislik içinde, tuvalette içme suyu kullanılıyor vs... öğlen saatlerinde garibim n. telefon ile aski'ye ulaşmaya çalışırken, ntvmsnbc'de son dakika haberi: ankara'da ivedik'te ana boru patladı. binlerce ev ve işyerini su bastı. borular tamir edilene dek (3 gün) tüm ankara'ya su verilmeyecek. ardından aski'den açıklama: talihsiz bir kaza. iki gün sonra ankara tiranı tv'lerde: "allah'ın işi, allah'ın bize afet vereceğini öngöremedik"
ne denebilir ki? küresel ısınma var, kuraklık var, tiranımız ne yapsın? zaten küresel ısınma spesifik olarak sadece ankara'yı etkiliyor, büyük olasılıkla bu etkinin altında da tiranımıza dil uzatma cüretine sahip ideolojik gruplar var. orta okuldaki fen bilgisi derslerinde öğretilen, basınç kurallarından bihaber aski yöneticisinde de bir payı var mıdır acaba bu ideolojik grupların? tiranımızın ankara'nın su sıkıntısına çözüm getirebilecek gerede projesini reddetmesine ise zaten şeytanla işbirliği halindeki dsi'nin kendisi sebep oldu.
sonuç yerine: işyerime bu sabah, evime dün gece su geldi