Çarşamba, Ekim 20, 2010

Genç kalmak

Kıskanmanın mantıksızlığı üzerine dün yazdıklarımdan sonra, geceyarısını henüz geride bıraktığımız dakikalarda, bol miktarda rakının desteğiyle 60 yılın nasıl olup da hiçbir şeyi değiştirmediğini dinleme imkanı buldum. Her daim dinamik olmanın sırrını, her daim dinamik insandan dinledim. Formülü oldukça basit aslında: Azraile karşı kaybedeceğinden emin olduğun savaşta, her muharebeyi sanki nihai savaşı kazanacakmış gibi sürdürmek. Hep kavga. 18 yaşında nasıl bir tutku yaşatıyorsan içinde, 60 yaşına geldiğinde onu sürdürebilmek. O an anladım ki, çok uzun süredir 80'li yaşlarıma çakılıp kalmışım. Karşımdaki ise 18'inde bir delikanlı.

Kıskanmanın mantıksızlığı konusundaki düşüncelerim değişmedi, ama meseleyi yaşla bağlantılı olarak ifade etme ihtiyacı hissettiğim için şu anda biraz utanıyorum. Keza haddime düşmez, kimsenin yaşı nüfus kağıdında yazmıyor. Bilahere kıskanma ve yıkıcılığı üzerine düşüncelerimi, önümüzdeki haftalarda buraya yazacağım.

Şimdi ise 18 yaşındaki delikanlı ile dün gece yaptığım kısa sohbetin damağımda bıraktığı tatla uykuya çekilmek istiyorum. Hastalıkla muharebe halindeki bedenimi fazla uykusuz bıraktım, bir iki saat iyi gelecek.

Bugünün ilk saatlerini unutmamak üzere buraya not düşmeliydim, düştüm.

Salı, Ekim 19, 2010

Kıskanmak

İnsan 60 yaşındayken, 60 yaşındaki eşini kıskanır mı? Kıskansa bile, meseleyi büyütüp o yaşta iki gece salonda yatmayı göze alır mı? Diyelim ki aldı. Bu durumun tuhaflığı neden bir saniye olsun aklına gelmez? Son sorunun cevabı öncesinden edilen kelamdan belli tamam, eğer kıskanıyorsa ve bu meseleyi abartıyorsa, belli ki tuhaf olduğunu da düşünmeyecek. Kıskançlık tuhaf bir şey ve en az askerlik kadar mantığın bittiği yerde başlıyor.

Cumartesi, Ekim 16, 2010

Şemsiye Tamircisi

Kardeşim bana üzerinde Klimt'in en ünlü tablolarından bir seçkinin yer aldığı pek güzel bir şemsiye almıştı. Ankara'nın yağmurlu günlerinde severek kullanmayı hayal ettiğim şemsiyem, hain bir rüzgar tarafından kırılınca haliyle epey üzüldüm. Yaz aylarında gelen bu güzel hediyeyi doğru dürüst kullanamadan çöplüğe göndermek de içimden gelmedi. Küçük bir araştırmadan sonra, iş yerimden oda arkadaşımın yardımıyla şemsiye satan ve tamir eden bir dükkandan haberdar oldum. Bu dükkanda binbir çeşit şemsiye ve orta yaşını geride bırakalı epey olmuş sevimli bir amca vardı. Buradaki sevimlinin anlamı kesinlikle ensesine vur lokmasını al cinsinden bir sevimlilik değil tabiiki. Daha çok huysuz ve tatlı kadın şarkısında anlatılan türden bir sevimlilik.

İçeri girdim, genç tezgahtara şemsiye tamiri yapıyor musunuz diye sordum, evet dedi, amcayı işaret etti. Amca şöyle bir süzdü beni, dedi ver bakalım şemsiyene. Çıkardım şemsiyeyi, Amca dedi "Ooooo, bunu baştan yapmak lazım, hem hiç de güzel değilmiş ne yapacaksın bunu sen?" Ben tabi en nazik tavrımı takınarak, "Hediye bu. Hem ben pek sevdim, hem yeni daha" diye kekelerken, amca üst perdeden: "Şemsiye almayı da, aldığınız şemsiyeyi kullanmayı da bilmiyorsunuz" diye başladı. Benim şemsiyem aslında yeterince kaliteli malzemeden yapılmamış, dışındaki desenlere aldanıp şemsiye mi alınırmış, kimbilir kaç para dökmüşüm. Bu noktada en cılız sesimle, bana hediye geldi diye araya girmeye çalışmam pek fayda etmedi. Amca hızla devam etti: Madem kalitesiz şemsiye alıyormuşum, o zaman çok rüzgarlı havada kullanmayacakmışım. Şapkalı ceketleri kullanmak daha iyiymiş rüzgarlı yağmurlu havada. Ya da desenine bakmadan dayanıklı şemsiye almak gerekliymiş. Şemsiyeyi rüzgara göre taşımak, açıp kapatırken göbeğe dayamak yerine tuşlarına gerektiği kadar basmak gerekiyormuş. Sonra eline tezgahtan bir şemsiye alarak, nasıl açıp nasıl kapamam gerektiği konusunda bu kez uygulamalı bir ders verdi. Ben şemsiyenin tamir edilip edilmeyeceği konusunda içimi kemirmeye başlamış endişeyle, o ruh hali içinde mümkün olan en duyulur ses tonuyla sordum: "Tamir edeceksiniz ama değil mi?" "Tamam kızım yaparız, 30 Ekim'de gel al." "Amca ne yaptın sen? 15 gün mü sürecek?" gibi aklıma gelen tüm soruları bir kenara bırakıp, tamir edileceğine ilişkin cevabın yarattığı gevşeme ile tüm içtenliğimle teşekkür ettim.

Artık dükkanı terk etmeye hazırlanıyordum ki, amca arkamdan seslendi: "Kızım yedek şemsiyen yoksa, hava yağmurlu, vereyim bir tane" Var amcacım var sağolasın.


Pazar, Ekim 10, 2010

hüzün

dün kardeşimi bir kez daha uğurladım. bu kez kararlıydık, yetişkin olacaktık. insanlar bizim yaşımıza geldiklerinde öyle olur olmaz ağlamazlardı. hem zaten ortada sürülen falan yoktu, isteğe bağlı bir gidişti. belli bir noktaya kadar oldukça başarılıyız ikimiz de... ama yetişkin kategorisinin ne kadar parçası olabildi(ece)ğimiz tartışmalı.

az önce tesadüf eseri inti illimani'nin "el pueblo unido jamas sera vencido"sunun eski versiyonunu dinledim. epey uzun süredir viva italia albümündeki buram buram hüzün kokan versiyonunu dinlediğimi ve hatta şarkının eski halini unuttuğumu fark ettim.

insan yetişkin olmadan, yaşlanır mı?