Pazar, Kasım 30, 2008

...

" insan denilegelen şeyde olduğu gibi, bir dakika önce burada var olan bir yalın ideler toplamını gördüysem, aynı insanın şimdi de var olduğundan emin olamam; çünkü bir dakika önceki onun varlığı ile onun şimdideki varlığı arasında zorunlu hiçbir bağ yoktur. milyonlarca insanın şimdi var olması kuvvetli bir olasılık olsa da ben yalnızken, bunu yazıyorken, bunun bilgisine sahip değilim."

"yanılma, bilgimizin değil, gerçek olmayanı kabul etmemize neden olan yargımızın bir kusurudur."

john locke

Cumartesi, Kasım 29, 2008

alıntı


bu gece aslı erdoğan:

"yaşlı ve çirkin bir mandarin, karşılığını parayla ödeyeceği zevk gecesi için olağanüstü güzel, ama taş kalpli bir fahişeye gitmiş. sabaha karşı, yaşlı adamın uykuya dalmasını fırsat bilen genç kadın, soyguncu dostlarını çağırmış. ne var ki mandarin, tilki uykusundan fırladığı gibi olanca gücüyle karşı koymaya, dövüşmeye başlamış. haydutlar hem kalabalık, hem de işinin ehliymiş. onu kolayca köşeye sıkıştırmışlar. ancak ne kadar vururlarsa vursunlar, bu zayıf, çirkin bedende yara açılmadığını, can alıcı darbelerin iz bırakmadığını görmüşler. bıçaklarını, kılıçlarını çekmişler, ama en keskin bıçak, en acımasız kılıç bile mandarine hiçbir şey yapamıyormuş. sonunda korkup kaçmışlar. dövüşü izleyen kadın, yaşlı adamın mucizevi gücünden etkilenmiş, bir kez daha, bu sefer aşk adına sevişmek istemiş. onu hayranlıkla, arzuyla, şefkatle okşamaya başlamış. gelgelelim güzel kadının her donuşunda mandarinin bedeninde yeni bir yara beliriyormuş, dövüşün, darbelerin, bıçakların, kılıçların açtığı yaralarmış bunlar. içten bir ilgi ve şefkat görene dek gizli kalmışlar. sonunda mandarin kanlar içinde kadının kollarında yığılmış, ölmüş."

“kaosun denklemi çok basit aslında. yaşam= ölüm. ölüm= ölüm. oysa hepimiz kendi denklemimizi kurmanın ve dünyayı ona eşdeğer kılmanın peşindeyiz. ne aymazlık! senin içindekini barındıracak derinlikte hiç bir şey yoktur gerçek dünyada; ama sen de yaşamın, ölümün ve bütün düşlerinle, gerçeğin korkunç sonsuzluğunda, oylumsuz bir noktadan daha büyük değilsin.”


Çarşamba, Kasım 26, 2008

notlar...

son günlük tutma eylemimizden bugüne 3 film izledim, ikisi üzerine saatlerce yazabilirim, ama uyku dedeye teslim olasım var. ayrıca yeni işime başladım, "epey güçlük çekiyorum şimdilik, umarım atlatabilirim" den fazlasını yazamayacağım, uyku dede ... bir de tabi büyüüük sınav günü giderek yaklaşıyor. tam olarak neden gerildiğimi seçemiyorum. aslında tuhaf bir huzur da var, neyse tam deli kızın günlüğü oldu bu, olacak o kadar...

Çarşamba, Kasım 12, 2008

hohoyt :)

evet, artık laia mysteria bir kütüphanede çalışıyor, üstelik yarı zamanlı. temkini elden bırakmak istemiyorum, ama ellerimin arasından kayıp gitti bile :) eski işyerime istifa dilekçesini yetiştirdim bir koşu.

umarım daha huzurlu günler beni bekliyor...

Cuma, Kasım 07, 2008

umarım son mülakat

az önce yeni istihdam olanağımızdan telefon aldık. iki güçlü aday olduğu bu sebeple karar vermekte güçlük çektikleri, beni bir kez daha mülakata alacakları, ve dün görüştüğüm kişiler dışında biriyle görüştürüleceğim söylendi.

Perşembe, Kasım 06, 2008

özet ve gadjo aracılığıyla yeniden "savaş"

bugün mülakat vardı. hiç böylesini yaşamamıştım. oldukça zorlayıcıydı. ama bakalım bakalım. üç ayrı kişiyle yarımşar saat görüştüm, onlardan biri yazdıklarımı çok beğendiğini söyledi. yani bilemiyoruz, ve temkini de elden bırakamıyoruz.

gadjo, Behmen Kubadi (ismi aslında bu şekilde yazılıyormuş, Bahman Ghobadi ingilizceleştirilmiş haliymiş, ne komik, biz adamın adını ingilizceleşmiş haliyle biliryoruz.) ile yapılan röportajdan alıntı yapmış, ben bilmiyordum röportajı sayesinde öğrendim. dileyen buradan ulaşabilir. aşağıdakileri alıntılamadan edemedim.

"Belki de bunun en büyük nedeni kendi çocukluğumu yaşayamamdır. Sanırım çocukluk kompleksi yaşıyorum. Çocukluğum İran’da devrim zamanında geçti. Babam polisti ve sürekli tutuklanma korkusu yaşıyordu. Bu nedenle göç etmek zorunda kaldık. Bu koşullar altında hızla çocukluktan yetişkinliğe geçtim. Aslında biz Kürtler dünyaya geldiğimizde yetişkin sınıfına giriyoruz. "

"Kürtler konusunda bir bağnazlığım, tutuculuğum olmadığını söylemiştim. Ama şunu da ekleyeyim, Kürtlerin yaşamına girip, derinden baktığınız zaman, ne kadar katlanılmaz bir acı içinde yaşadıklarını görürsünüz. Biz normal insanlar değiliz, bunu böyle kabul etmek gerekir. Benim babam, büyük babasının öyküsünü dinlemiş. Ona da kendi büyükbabası öyküler anlatmış. Hepsinin yaşamı savaş içinde geçmiş, göç içinde geçmiş, acılar içinde geçmiş. Hepsi de gerçek. Şimdi 2008 yılında ben çocuğuma ne anlatabilirim savaşlardan başka?"

bir zamanlar defter dergisinde, meltem ahıska'nın en yaşlı genç kuşak olarak nitelendirdiği benim de dahil olduğum nesil üzerine bir değerlendirmesini okumuştum. bir de o geldi aklıma.

Salı, Kasım 04, 2008

:) gülen postlara devam

az önce öğrendiğim bir haberi buraya hemencecik yazmadan edemedim. pazartesi günü yeni istihdam olanağı için yazılı sınava girmiştim, bugün sonucu belli oldu. perşembe günü mülakata çağırıyorlar. bakalım bakalım.

bu arada sınavda ilk istenilen son okuduğumuz kitaba ilişkin bir metin yazmamızdı. okuyucuların tahmin edeceği üzere masumiyet müzesi üzerine buraya da parça parça yazdıklarımı derledim. sayfayı çevirdim diğer soru, orhan pamuk hiç okudunuz mu? hemen gülen bir surat yapıştırıp yanına, cevap yazdım. bir diğer soru ise, birine bir kitap önerecek olsanız hangisini neden önerirdiniz? walter benjamin dedim...

:) tesadüf meselesi kafamı epey kurcalayacak mı?

Pazartesi, Kasım 03, 2008

...

Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylâk
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.

İsmet Özel

Pazar, Kasım 02, 2008

FLower Mist


kaynağa da buradan ulaşılabilir.

iki dost mu

yıldırım türker, dün benjamin brecht dostluğu üzerine birşeyler yazmış, ben onun kadar emin değilim dostluk konusunda. ne de olsa, adornosundan brechtine herkes kaçabilmenin yolunu bulmuşken, benjamin gestapo eline düşmektense intihar etmeyi yeğlemek zorunda kalmıştı. brecht schmitt mektupları adorno tarafından sansürlenmişti. ne var ki evet dosttular da. yani oralarda o zamanlarda var olsaydık da karar vermesi güç bir konu bu. ya da zaten kimin dost olup olmadığına karar vermek bile komik bir şey. geçen hafta ünal nalbantoğlu'nun kant üzerine verdiği derste dediği gibi, dilimiz ne kadar mülkiyet hukukunun dili. şimdi fark ettim ki o ders üzerine bir şey yazmamışım, keşke o gün yazsaydım ama galiba blogspot erişime kapalıydı. neyse efendim konuyu dağıtmadan yıldırım türker'in hatırlattığı şiiri buraya kopyalayalım. keza bunun için yazıldı bunlar.

oysa benjamin yalnız öldü...

Brecht’in ‘Bizden Sonra Doğanlara’ şiirinden iki bölümle başlayalım bugüne.
I

Gerçekten karanlık bir çağdır yaşadığım!
Ahmaktır hilesiz söz. Düz bir alın
Vurdumduymazlığa işaret. Gülen
Kötü haberi almamış henüz.

Nasıl bir çağdır bu,
Ağaçlardan bahsetmenin neredeyse suç sayıldığı
Birçok alçaklığa suskun kalışı içerdiğinden.
Yolu kaygısızca karşı karşıya geçen
Ulaşılmazdır artık herhalde
Zorda kalan arkadaşları için.

Doğrudur: geçimimi sağlamaktayım hâlâ
Fakat inanın: bu sadece bir tesadüftür.
Yaptıklarım
Arasında hiçbir şey hak vermiyor karnımı doyurmaya.
Tesadüfen ayaktayım. ( Şansım ters giderse mahvoldum.)

Diyorlar ki: ye ve iç sen! Sevin, neyin varsa!
Fakat nasıl yiyip içeyim ki, yediğim
Bir açın ellerinden kaptığım lokmaysa, bir
Susuzun sorduğu bardak suysa içtiğim?
Ve yine de yiyip içiyorum ben!

Ben de bir bilge olmak isterdim.
Yazıyor eski kitaplar bilgelik nedir:
Dünya kavgalarına uzak durmak ve o kısa zamanı
Korkusuz geçirmek
Şiddete başvurmadan hem
Kötülüğe iyilikle karşılık vermek
Düşlerini gerçekleştirmek değil, unutmak
Bilgelik olarak kabul ediliyor.
Tüm bunları yapamıyorum:
Gerçekten karanlık bir çağdır yaşadığım!

II

Battığımız dalgalardan
Yükselecek olan sizler
Zaaflarımızdan söz ederken
Unutmayın
Karanlık çağı da
Sizlerin kurtulmuş olduğu.

Yürüdük ya, pabuçlardan çok ülke değiştirerek
Sınıf savaşlarının ortasında, çaresiz
Haksızlığın olup öfkenin olmadığı yerde.

Biliyoruz halbuki:
Aşağılıklara duyulan nefret de
Bozar şeklini yüzün.
Kısar sesi haksızlık karşısındaki
Öfke de. Ah, güleryüzlülüğe
Ortam hazırlamak istemiş bizler
Güleryüzlü olamadık kendimiz.

Sizler fakat, geldiğinde vakit
İnsan insanın yardımcısı olduğu
Zaman.
Hatırlayın
Hoşgörüyle bizi.

Haha!

Cumartesi, Kasım 01, 2008

güzel bir gün


"bir kitabın şansı, okuyucularının yeteneklerine dayanır"
terentianus maurus


başlıktan da anlaşılacağı üzere, bu aralar laia cephesinde esen olumlu esintiler etkilerini hissettirmeye devam ediyor. iki masum harfin bir araya gelip cehennemi yarattığı "iş" kelimesinin sadece sözcük dağarcığında yer işgal etmesinin verdiği mutluluk, sağlığıma dahi iyi geldi, dürüst olmam gerekirse, bu kadar olumlu etkiyi ben de beklemiyordum.

odtü'ye sonbaharın güzel geldiğini, yeşilin, kırmızının, sarının, turuncunun tüm tonlarının insanı yaşamaya davet ettiğini bilenler elbette beni anlayacaklardır. vizeleri başlamak üzere olan küçük kardeş, onun çalışkan sevgilisi ö., ve tabi benim gibi yeterlik sınavına girecek diğer kardeş ile birlikte, odtü'de güneşin son günlerinde, renk cümbüşü içinde ders çalıştık. ilk yarım saat ders çalışmak yerine mm'in kantininde etrafta kimsecikler yokken, kasımın ilk gününde, okumanın ne kadar büyük bir şans, ne büyük bir lüks olduğu üzerine düşünmekle geçti. bundan üç yıl kadar önce cebeci kampüsünün çimlerine yayılmış, muhabbet eden, ve yaşadıklarının ne kadar büyük bir lüks olduğunun farkında üç kadın geldi aklıma.

inanması epey güç, ama çok güzel çalıştım. açık hava zihnimizi açıyormuş, doğruymuş. (bundan sonra malumu ilanlarımı numaralandırsam mı acaba?) hava soğuyana kadar da açık havada çalışmaya devam ettik. ben de 30 yaşımda bir üniversitenin kampusünde hala ders çalışabiliyor olmanın verdiği sefa duygusu içinde, normalde bir tam günde kaydedeceğimi öngördüğüm ilerlemeyi 3 saatte kaydettim. sonbaharın son güzel günlerini nerede geçireceğim belli oldu galiba.

sabah tüm aile üyeleri, ve çoktan ailenin parçası olmuş ö. ile birlikte kahvaltı ederken, (ö. de en az benim kadar cahil periler filminin hastası bu arada.) milliyet gazetesinin cumartesi ekinde ferzan özpetek'in yeni filmi üzerine bir değerlendirmeyi hep birlikte okuduk. filmi izlemedik, ama bir cümle benim kafamı kurcaladı. nil kural diyor ki: "dostluk, büyük sofralar, geçmişe saplantı ve zor şartlar altında kurulan bağlar gibi anahtar kelimelerle özetlenen bu özpetek evreni, son iki filmi "kutsal yürek" ve "bir ömür yetmez" de beklenen sonucu vermedi." yazının devamında ise, özpetek'in tema değişikliğini beceremediğini, ancak umutlu olduğunu en azından bir değişikliğe gitmeye karar verdiğini dile getiriyordu sayın nil kural. bana kalırsa, birilerinin dostluk, büyük sofralar ve zor şartlar altında kurulan bağlara vurgu yapan filmler çekmesi, sürekli bu minvalde hikayeleri anlatmayı seçmesi oldukça manidar. bir tekrar da olsa, ki olmak zorunda değil, (son iki filmi izlemediğimden pek rahat değerlendirme yapamıyorum bu konuda) takrarlar bazen iyidir. tabi benim bu yorumlarım kahkahalarla yanıtlandı. ev halkının tamamı bilmekteydi, benim sevdiğim bir hikayeyi tekrar tekrar kaç kere dinleyebileceğimi, izleyebileceğimi, okuyabileceğimi, anlatabileceğimi. odtü'den buraya nasıl mı geldik? bu aralar sıkça tesadüfler yaşıyorum, ki pazartesi günü yaşadığıma tanık olan d. bu konuda uyarmıştı beni, tesadüf tesadüfü beraberinde getiriyor haberin olsun diye. sabah kahvaltısınının gündemini oluşturan tekrar meselesi kahvaltıda kalmadı yani.

odtü'de ders çalışma fikrine ilham veren şey, ö.'nün, küçük kardeş, diğer kardeş, diğerin kardeşin sevgilisi ve benim için bu akşam odtü oyuncuları tarafından sahnelenecek oyuna bilet almasıydı. madem öyle dedik, sabahtan gidelim odtü'de çalışalım, sonra oradaki amcadan balık ekmek yiyelim oyunu izleyelim. ama işte sefa duygusunun gittikçe yoğunlaşması, ailenin bir diğer parçasının u.'nun gelişi ile sohbetin koyulaşması, keyifli bir yemek, üzerine muhteşem sıcak helva, baktık ki saatlere, ya çay keyfi yapılmayacak ya da oyundan vazgeçilecek. tabi ki oyundan vazgeçtik. odtü'deki film gösterimine gidelim dedi kardeşlerden biri, ve biz de ona gittik.

film bendenizin bugüne kadar hep severek izlediği romantik komedi filmlerinin bir derlemesiydi adeta. zaten hemen başında "when harry met sally..." ye saygı duruşu yapıyor, ve bilindik hikayeyi, kilişeleşmiş her türlü davranışı gözler önüne seriyordu. neyse pek eğlenceliydi, türkçeye "senden başka" diye çevrilmiş. filmde pek hoşuma giden yukarıdaki sahneyi yüce googleda ararken, yönetmenle yapılmış bir röportaja rastladım. ben daha fazla konuşmadan tek delinin ben olmadığını görmenin verdiği hoşnutlukla, oradan alıntı yapayım. "Woody Allen’in romantik komedi filmlerini izlemek benim için her zaman büyük bir keyif olmuştur. Tekrar tekrar izleyebilirim. Bu sevdiğiniz bir arkadaşınızı eve sıkça davet etmek gibi birşey – kendinizi iyi ve güvende hissedersiniz. Bana iyi gelen filmlerdir bunlar."

peki ama başlangıç alıntısı? ernst cassirer amcamızın machiavelli'nin hükümdarı üzerinden doğruladığı bir deyiş. konumuzla alakası? hoşuma gitti. :)