Salı, Şubat 27, 2007

şubat'a düşen son post


çok uzun süredir aralıksız çalışmaktayım, yorulmaktayım. ama itiraf etmek lazım iyi geliyor. bir tür aidiyet ilişkisi de kuruldu işyerimdeki odamla benim aramda. son ödevimi, hafta sonu gidip orada yazdım, evde ders çalışmak yerine bilimum başka iş ile ilgilendiğimden. (olumluları önce yazalım da kızmasın gadjo :)) bir de güzel bir resim koyalım.

tamam resim biraz melankolik, ama olsun güzel. yeni bir oda arkadaşım var iş yerinde, daha başlayalı bir hafta oldu, bu süre içinde galiba sekiz kez ben istifa ediyorum, kardeşim bu ne böyle konulu bıdırlandı. ben güldüm tabi, artık tecrübelki olduk ya :)

ilk notum açıklandı 80 buyurmuş hoca. kızdım, neyse napalım, hoca milleti kaprisli oluyor. sadece iki derse gelmedim diye 20 puanlık devamdan 8 buyurmuş beyefendi . kızdığı işe girmem midir nedir? ona neyse.

başka başka işler de var tabi, bu arada meşgul olduğum ama sıkıldım kendimden pek yazasım yokmuş. artık mart ayında görüşürüz...

Salı, Şubat 20, 2007

Cuma, Şubat 16, 2007

Perşembe, Şubat 15, 2007

keşke

keşke hayatta aşağıdaki gibi net keskin dost düşman ayrımları olabilse. keşke. efendim benim sıklıkla anlama çabası içerisinde yeri geldikçe konu ettiğim pek değerli spinoza'ya, ya da bugüne kadar kendimi ifade ettiğim bir çok platforma hakaret ettiğimin farkındayım bu serzenişle. ama yoruldum basitleşmiş bir hayat istiyorum iyinin ve kötünün tanımlı olmasını istiyorum. yasa isityorum, uyulduğunda hiç bir yanlış etki yaratmayacak, hiç kimsenin sorgulamadığı, sorgulamanın kendisine gerek duyulmayacak bir yasa. bu kargaşanın içinde yaşamaktan pek yoruldum.

en iyisi orta dünyada yaşamayı istemek galiba. kötüler çirkin ve belirgin, iyiler güzel vs...

al işte bu da oldu şimdi de faşizan olduk...

ya işte böyle

Pazar, Şubat 11, 2007

me you and everybody we know

başlık bir filmden çalıntı. bir aşk ilişkisinin tam anlamıyla tüm büyüsüyle sona erebileceğine hiç inanmadım bugüne dek. aslında yapmam gereken binlerce şey var şu anda. ya çok yorgunum dinlenebilmek için beynmim benimle oyun oynuyor ya da her neyse...hangi sebeple bunların yazıldığına dair yazarın da bir fikri yok yani. ilk cümleden devam edeceğim. hiç bir zaman aşk denilen şeyin bitebilir bir şey olduğuna, aşık olunanın bir değer ve anlam kaybına tam anlamıyla uğrayabileceğini, yani özetle ilk cümleyi tekrar etmek pahasına herhangi bir aşkın bitebileceğine inanmadım. bittiğini söyleyenlerin ya da bitebileceğini söyleyenlerin kendi hayatlarının devamı için bir yalana sarıldıklarını düşündüm. ve aslında bitmediği hatta her an tüm gerçekliği ile yeniden hayatın tamamını işgal edebileceği gerçeğinin bilincinde olduklarından ve bu durumun yan etkilerinden korktuklarından bu şekilde düşündüklerini ya da bu şekilde dillendirmeyi tercih ettiklerini varsaydım.
ama ilginçtir gerçekten bir aşk hikayesi tamamen bitebiliyormuş. bir insan eğer yaşama dair her şeyi bildiğini varsayıyorsa o zaman yanılıyormuş. malum olanı daha ne kadar yeniden ve yeniden keşfedeceğim, benim de bu konuda hiç bir fikrim yok. ama biraz şaşkın biraz saçma bir ruh haliyle keşfetmiş bulunuyorum ki, aşk biten bir şeymiş. ve bir kez nihayete erdiğinde onu diriltebilme potansiyeli katiyen yokmuş. ve bu aslında gerçekten bizlere yıllardır öğretilen katı gerçeğin en gerçek parçasıymış: her şey bir gün bitermiş. şimdi son cümle çok rahat aslında bu keşfin bende bir umutsuzluk yarattığı sonucuna götürebilir insanı. ama hayır tam olarak kastedilen bu değil . sadece şaşkınım epey şaşkınım.
bunları yazmak için bile bu kadar zaman gerekti. benm ya cidden bir terapiye ya da bu dünyanın tamamen değişmesine ihtiyacım var. neyse efendim görüldüğü üzere beş yaşımdan beri bana ısrarla söylenen dünyanın etrafımda dönmediği gerçeğini henüz kabullenememiş görünüyorum. ama en azından bunun gerçek olmadığını yani dünyanın etrafımda dönmediğinin farkındayım. ya ben çok yorgunum. yazmamak mı lazım bilmiyorum. yorgundan çok yıpranmışım demek daha doğru galiba. neyse efendim büyüme yolunda bir adım daha atıldı özetle. aşk bitebilen bir şeymiş kavrandı. üstelik benim gibi bunu kabul etmeme adına binlerce laf üretmiş, bir çok kez sadece bu saikle yola çıkmış ve aslında yaşamını bir yerde bunu kabul etmeme üzerine kurmuş bir insan için bile bitebiliyormuş. komik kısmı bu hikayenin tabi ki bunun tahmin edildiği kadar yakıcı ve acı bir gerçeği açığa çıkarmaması. aksine başka bir bakış açısıyla tam da aşkın bitebilir yeniden doğabilir bir şey olduğunun göstergesi olması. yani ya s. haklıysa...
yeni bir günlük sayfası açtmıştım aslında sadece alıntı olacaktı o sayfada ve başlangıçta çok iyi bir fikir gibi gelmişti. nedense elim gitmiyororaya. neyse efendim budur ruh halimin özeti: şaşkın kırgın ama umutlu...

Salı, Şubat 06, 2007

oğuz atay/ bir bilim adamının romanı ve günlükler

“Günlük tutmaya da sizin yüzünüzden başladım. Dedim ki kimse beni dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım İnsanlar! Sonunda bana bunu da yaptınız."

Günlükler'den

"Bana kalırsa sanat kalsın tarih denen şey. Bilim neye yarar ki, aldatmacadır yaşam gibi. Peki neden uğraşıyoruz, neden bu çabalama... Efendim bilim uğruna yapıyoruz. Peki şimdi bir an için bütün şu yüksek denklemleri ve uzun sonuçları bırak da bana söyle. Bilim nedir? Efendim? Bilim nedir? Dedim. Bilim mi nedir? Evet. Efendim bilim, uğraştığımız şeydir. Bilim her şeyden önce, üniversiteyi bitirdikten sonra “bilim yoklaması” ve “yabancı dil sınavı” gibi engelleri aşarak doktora öğrencisi olmaya hak kazanabilmek için Gerekli bir şeydir. Sonra, bir süre kürsüye gelen yabancı kitapları ve dergileri izleyerek bakalım ne var ne yok diye durumu izlemektir; sonra durumu kollamak ve çok küçük bir mesele seçmek ve bu küçük şeyi büyüterek onu bir doktora haline getirmektir ve bu doktorayı yapmaktır. Sonra doktora sınavından başarı göstermektir ve bu başarıyı gösterdikten sonra gülümsemeyi unutmaktır. Bilimin, birinci ve en zor şartı budur. Sonra karşınıza doçentlik sınırı gelir. Bu sınırı aşmak ilk bakışta zor gibi görünse de asıl zorluk doçent olmak değil eylemli doçent olmaktır; yani bir kadro ayarlamaktır. Bunun için, daha bilimin başında, yani kürsü seçerken boş kadrolu birine kapılanmak ve gereğinde profesörler kurulunda sizin hakkınızı arayabilecek dişli bir kürsü başkanı bulmaktır. Sonra profesörlük bilimi gelir. Bu bilime akıl erdirmek biraz zordur; onun için en iyisi sabırla beş yılı beklemesini bilmektir; bu arada bilime oy verecek profesörleri gücendirmemesini bilmektir. Çünkü beş yıl sonra bilim seni içine almak için gerekli sayıda parmağı kaldırmaz. Milli eğitim bakanının onayı da bilimde önemli bir yer tutar. Bakarsın kendin bile anlamadan biraz ilerici olmuşsundur: evrakın aylarca bakanlıkta beklemiştir. Bilim için ne acılar çekmişsindir. Onun için demişlerdir ki “Gençliğine doyamadan profesör oldu”. Çünkü bir insan olsa olsa ne olur? Hiç. İşte öyleyse profesörlükten sonrası bir hiçtir. Fakat çoğu zaman bilim burada kalmaz. Bir de bakarsın yıllar geçmiş, kürsü başkanı olman için sıran gelmiştir: fakat bir kürsüde birden fazla bilim adamı olabilir ve gene kurularda parmak sayısı hesabı birden önem kazanır. Fakat ne de olsa artık profesörsün; kürsü başkanı olamasan da artık senin için karada ölüm yoktur. “Profesörlük takdim tezi”ni yazalı yıllar geçmiş, artık ne doktora, ne tez, ne de kitap yazma engeli var önünde; bundan sonra olsa olsa öğrencilere ders kitabı yazabilirsin, maddi durumunu düzeltirsin ve profesörler yapı kooperatifine girerek yılardır yorulan kafanı dinleyebilirsin; tabii dekanlık, rektörlük gibi yeni bilimsel araştırmalar seni beklemiyorsa. Görülüyor ki arkadaşlar bilim uzun ve çetin bir yoldur.”

bu da Bir Bilim Adamının Romanı'ndan
hatırlatma için a.'ya teşekkürler...

Cumartesi, Şubat 03, 2007

hepimiz travestiyiz...

16 Ocak 2007 Salı gecesi, Ankara'daki Kolej ve Bağlar Caddesi’nde yeşil bir Ford Taunus’tan inen kişilerce travesti ve transseksüellere karşı satırlı-bıçaklı saldırılar düzenlendi. Bu saldırılar sonucunda biri Pembe Hayat LGBTT Derneği´nin kurucu üyesi olmak üzere 4 travesti ve transseksüel yaralandı.

Bu saldırılar ilk değildi. Geçtiğimiz Nisan ayında Eryaman’da travesti ve transseksüellere karşı sistematik saldırılar yapılmış, pek çoğu yaralanmış, evleri talan edilmiş ve yersiz yurtsuz bırakılmıştı. Yine üç gün önce Etlik’te ve üç hafta önce Hoşdere Caddesi’nde benzer olaylar yaşanmıştı.

Pembe Hayat LGBTT Derneği son saldırılarla ilgili olarak Kaos GL ile Lambda İstanbul'un da destek verdiği bir basın açıklaması yayımladı:

Travesti ve Transseksüellere Karşı Sistematik Saldırılar Sürüyor!

16 Ocak 2007 Salı gecesi, yani dün gece Kolej ve Bağlar Caddesi’nde yeşil bir Ford Taunus’tan inen kişilerce travesti ve transseksüellere karşı satırlı-bıçaklı saldırılar düzenlendi. Bu saldırılar sonucunda biri derneğimizin kurucu üyesi olmak üzere 4 travesti ve transseksüel yaralandı.

Bu saldırılar ilk değildi. Geçtiğimiz Nisan ayında Eryaman’da travesti ve transseksüellere karşı sistematik saldırılar yapılmış, pek çok arkadaşımız yaralanmış, evleri talan edilmiş ve yersiz yurtsuz bırakılmıştı. Orada da olayların failleri yeşil bir Ford Taunus kullanıyordu. Bu saldırılar Ankara’nın çeşitli semtlerinde süregeldi. Yine üç gün önce Etlik’te ve üç hafta önce Hoşdere Caddesi’nde benzer olaylar yaşandı.

Sorulması gereken soru, bu saldırganların nasıl bu kadar pervasız olabildiğidir. Vatandaşlar olarak bizlerin de yaşam hakkı olmak üzere haklarını korumakla yükümlü kolluk kuvvetleri ve adli makamlara tespit edilmiş plakalar ve eşgaller bildirilmiş olmasına rağmen saldırıların devam etmesi, bu saldırılara göz yumulduğunun kanıtı. Hatta kolluk kuvvetleri ve adli makamların içinde bulunduğu atalet ve sergiledikleri ilgisiz tavır, saldırıların belli merkezlerden yönlendirildiğini akla getiriyor.

Biliyoruz ki; suça göz yummak, suça ortak olmak demektir. Bu yüzden buradan yetkilileri uyarıyoruz: Suç işliyorsunuz! Eğitim, çalışma gibi sosyal haklarımız gasp edildiği için zorunlu seks işçiliğine itilen biz travesti ve transseksüellerin toplumsal hayata eşit bireyler olarak katılması önündeki engeller kaldırılmadığı sürece de yaşanan bu tip saldırıların ve tüm hak ihlallerinin failleri olmaya devam edeceksiniz.

Hukuk herkes içindir ve herkes etnik kökeni, dili, dini, cinsiyeti, cinsel yönelimi ya da cinsiyet kimliği ne olursa olsun eşit haklara sahiptir. Salt cinsel kimliğimizden, yani travesti ya da transseksüel olmamızdan dolayı en temel insan hakkımız olan yaşam hakkımıza yönelik bu saldırılara karşı, adli makamlar başta olmak üzere her platformda mücadelemizi sürdüreceğiz.

Travesti ve transseksüel hakları insan haklarıdır. İnsan haklarına duyarlı tüm kişi ve kuruluşları mücadelemizde dayanışmaya devam ediyoruz.

Travesti ve transseksüel cinayetleri politik cinayetlerdir, katili biliyoruz!

Travesti ve transseksüeller vardır, alışın!

Değişmesi gereken bizler değil, toplumun önyargılarıdır!

Artık hakaret, taciz, tecavüz, dayak, gasp, ölüm ve şantaj korkusuyla yaşamak istemediklerini belirten travesti ve transseksüeller, her hafta Perşembe günü saat 19:00’da Yüksel caddesinde insan hakları anıtının önünde buluşuyorlar.

Cuma, Şubat 02, 2007

ben salaklığım ve memleket ahvali

aşağıda gördüklerinizi yazdım işim zaten biteli epey olmuştu. başka bir yere gitmem gerekiyordu, ama dedim maillere bakayım öyle çıkayım. tanımadığım birinden üye olduğum gruplardan birine düşen mail aynen şöyleydi:

"DEGERLI DOSTLAR,
BEYOGLUNUN UNLU TREVESTILERINDEN CANSU OLARAK
BILINEN ABDULLAH,
TINERCILER TARAFINDAN ISTIKLAL CADDESININ ARKA
SOKAKLARINDA
OLDURULDU. YARIN OGLE NAMAZINDAN SONRA CENAZESI
KALDIRILACAKTIR.

ANISINI TAZE TUTABILMEK ICIN, SIZLERI YARIN OGLE
NAMAZI ONCESI
BEYOGLU
CAMIINDE BULUSARAK "HEPIMIZ CANSUYUZ, HEPIMIZ
IBNEYIZ" DIYE
BAGIRMAYA DAVET EDIYORUM.
TURKIYE TREVESTILER DERNEGI BASKANI
YONCA"

şimdi belki okuyucuların büyük bir ksımına şu andan itibaren anlattıklarım hiç inandırıcı gelmeyecek, ama inandırıcı gelmeyenler de şunu unutmamalılar, insan sadece politik mesaj kaygısıyla kendisini salakmış gibi göstermez. evet gerçekten hızlıca okuduğumdan ve pek dikkatli olmadığımdan olsa gerek, bu olayın gerçekten yaşandığını düşündüm. a. feministtir kendisi, dedim kendime o bana söyler ankara'daki eylem ne zamanmış giderim. neyse kapattım pc'yi, çıktım dışarıya. dedim ya gitmem gereken bir yer vardı oraya gittim. arkadaşa dedim ki duydun mu böyle bir vukuat var ankara'da eylem ne zamandır. önce espri yaptığımı ya da politik mesaj kaygısı taşıdığımı düşündü tabi kızcağız. sonra dedi laia sende bir saflık olduğunu biliyordum ama bununla kendini aştın, o maili bir dikkatli okusana. ve evet jeton düştü, geç oldu ama oldu.

söylenebilecek o kadar çok şey var ki, ya da en güzeli açıp bir pankart "hepimiz ibneyiz" diye yürümek. adamlar o kadar zekadan yoksun ki, sanıyor herkes onun gibi homofobik, travesti karşıtı vs... değiliz anlamıyor musunuz? değiliz. bir gidin ya hakikaten. sizin söyleminizi size doğrultacağım: bir gidin uzak durun, bırakın da nefes alayım.

sevgili gadjo yorumunu bu vukuattan önce okusaydım, zaten meyilliydim dümeni inaya doğru kırmaya, hemen kırardım. ama şu an itibariylen inay epey uzakta gözüküyor...

ya da bilmem ki başka bir ustadan alıntı yapayım ben de "aklın kötümserliği iradenin iyimserliği"

ben işim ve memleket halleri

memleketin dehşet saçan gündemi, bugüne kadar yazı yapma yerine alıntı yapma yoluna itti beni. aluminyum folyo'nun güzel özetleyen ifadesiyle yaşama dair umudumuzu öldürdüler. bir yandan cenazeye yüzbinlerin katılması biraz da olsa insandaki umutsuzluk havasını dağıtırken, öte yandan yapılan bir sürü abuklama (şu an ki kullanımı için açıklama sözcüğünden daha açıklayıcıdır ) bazı gazetelerin manşetleri, en son arabalı vapur kaçırma olayı yüzbinlerin varlığının yarattığı olumlu havayı dengeleme noktasına getirdi. (bu arabalı vapurun kaçırılması biraz tuhaf, yani komplo teorisyeni olmasam da hatta kendilerinden pek hoşlanmasam da bu kaçırma meselesinin içinde bir bit yeniği olduğunu düşünmekteyim. ben canlı yayından izledim. tv muhabiri kaçıranın "HEPİMİZ ERMENİYİZ" sloganına bozulduğunu, bu amaçla silahla vapuru kaçırdığını, vapurdaki arabalardan birinde c4 patlayıcıları da yerleştirdiğini iddia ettiğini, yolcuların vapurdan indirildiği ve talebinin de basın mensupları ile bir görüşme olduğunu hiç durmadan tekrar ederek aktarıyordu. hemen ardından basın mensuplarının görüşme için vapura gidecekleri söylendi ve birdenbire eylemci teslim oldu. sonra da sanki hiç böyle bir şey yaşanmamış gibi, ne bir haber göründü ne de bir değerlendirme. ) tüm bunlar artı yoğun iş temposu ve işin doğası gereği memleketteki toplumsal muhalefetin ne kadar berbat bir durumda olduğunu görmek vs... iyice içimi sıkmıştı. o kadar ki iş yerimden istifa etsem mi düşüncesi oldukça sık aklıma geldi. tabi ki etmeyeceğim. ama geliyor sık sık bu düşünceler.

iş nedeniyle ankara dışına çıktım bu hafta. memleket hallerinin umut vaat eden kısmını tanımama vesile oldu bu gezi. eşme'de bir köyü inay köyünü ziyaret ettim. o ne güzellikti, oradaki insanların samimiyetini anlatabilmemin gerçek bir yolu var mı bilmiyorum, belki de hiç bu işe girişmeyip yolu geçenin oraya mutlaka uğraması gerektiğini söylemeliyim. ama yok her koşulda biraz anlatmam lazım. eşme'ye kurulan madene karşı bir araya gelmiş, 7'den yetmişe kadın erkek ayırmadan olabilecek her türlü yöntemle, (misal ankara'daki eylemde kefenlerle yere yatmışlardı bu yaz) ve bir saat içinde bir araya gelme ve eylem yapma yeteneğine sahip bir köyden bahsediyorum. köy kahvesinde girdiğimizde oyun oynayanların anaında oyunlarını bırakıp, türlü sorularla bizi terletmekten çekinmeyecek bir köy. (bir anektod: köylülerden biri sanki siz ankara'da yeterince birlik için de hareket edemiyorsunuz. bu sorun nasıl çözülür sorusunu sorduklarında dedim ki ankara'ya yerleşmek istemez misiniz? aslında diyemedim bunu, buranın yaşanabilirliğinden şüphe ettiğimden ama demeyi istedim.) öyle bir coşku vardı ki oraya giden ekipte, ama gel gör ki dönüş yolunda yaklaştıkça yaşam dediğimiz şeyi sürdürdüğümüz yere, iç sıkıntısı kendini göstermeye başladı.

ve memleket hallerinin iç karartıcı başka bir yönü. s. geldi diyarbakır'dan dün akşam görüşebildik. kendisi öğretmenlik yapar. anlatıkları o kadar çıkışsızdı ki hemen marx amcamızın "bir insan bir meseleyi sorun olarak tanımlayabiliyorsa onun çözüm olanakları da açığa çıkmıştır" sözünü söyleyip kendimi avutmak ya da en azından bu sözün bir şekilde gerçekliği yansıttığına inanmak istedim hatta hep birlikte istedik. uyuşturucunun 11 yaşındaki öğrencileri için nasıl olağan bir şey haline geldiğini, hatta okullarda kullanmayana nadir rastlandığını, öğrencilerinin % 80'nin derse göz altları mor kırmızı gözlerle geldiklerini, okulun önünde bir paket sigara fiyatına uyuşturucu bulmnın mümkün olduğunu, çocukların geleceğe ilişkin hiç bir iyicil duygularının olmadığını, şiddetin yaygınlaştığını, bir arkadaşına kendi apartmanında tecavüz etme girişiminde bulunulduğunu, ve daha bir sürü ürkütücü örneği anlattı. diyarbakır'da hali hazırda faaliyet gösteren onlarca derneğin para kazanma dışında bir amaçları olmadığını, olanların ise faaliyetlerinin oldukça sınırlandırıldığını anlattı.

bilmiyorum, bugüne kadar sadece kendi kişisel hikayemi anlatmak için kullandığım bu blogun içeriği değişti farkındayım, rahatsız olanlar varsa kusuruma bakmasınlar, bu galiba bir süre böyle devam edecek, zaten gündeliğime dair not tutacak pek bir şey kalmadı hayatımda.

Perşembe, Şubat 01, 2007

Ruh Halinin Tedirginliğiyle ÖZGÜR'lüğü Yaşayan Hrant Dink'e...


Çok olmadığımız kesin
Çok olan tarafta değiliz
Çok olan tarafta olmayacağız
Türkiye'de Kürt olacağız
Kürtlerde Ermeni
Ermenilerde Süryani
Gidip Almanya'da Türk olacağız
Hollanda'da Surinamlı
Fransa'da Cezayirli
İran'da Azeri
Amerika'da zifiri zenci olacağız
Çoğalan zencide mutlaka kızılderili
İsrail'de Filistinli
Köpeğin karşısında kedi
Kedinin karşısında kuş olacağız
Kuşun karşısında börtü böcek
Hakemler hep karşı takımı tutacak
Ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı
Çiçeklerden kamelya olacağız
Az kolumuzun tarafında
Solda olacağız
Bu itirazın ilk şartı
Solda da az olacağız
Devrimi çoğaltırken çünkü
Bir başka devrime hızla azalacağız

Bu da itirazın ikinci şartı...*

*Nevzat Çelik