Salı, Kasım 28, 2006

şu an için hayattan beklenenler:

1.) domates sosunun içine kurulmuş acı biber turşusunun üretiminin ve tüketiminin hatta olsa da yesek şeklinde serzenişlerinin yasaklanması (aksi durumda kapıdan geçemediğim için evden dışarıya çıkmayacağım.)

2.) kamusal ve alan kelimelerinin yanyana kullanılmasının yasaklanması. özellikle bunların başına avrupa getiriliyorsa anında kellesinin vurulması

3.)15 saatlik derin güzel bir uyku. (bu gerçekleşirse diğer maddeler yeniden gözden geçirilecektir.)

Pazartesi, Kasım 27, 2006

Cumartesi, Kasım 25, 2006

bu aralar pek yazasım yok



aslında yazmak da istiyorum, benim çapımda küçümsenmeycek badireler atlattım. o kadar çok mevzu aynı anda harekete geçti ki neye yetişeceğimi kestiremediğim günler geçirdim. ve şimdi hangisinin bende ne gibi etkisi olduğunu çözümlemek pek mümkün gözükmüyor. ne zaman böyle başım sıkışsa hemen depresyon alemetleri, sonra da depresyon yüzünden işleri yapamayıp daha derin bir depresyonun içnde kendini bulma hali ile karşı karşıya kalıyorum. neyse bu sefer altından kalkabilirsem sanki kara görünecekmiş gibi en azından maddi anlamda. evet evet kadim istihdam sorunuma çözüm olabilecek kısa dönemli de olsa iki olanak var önümde. bakalım zaman neler gösterecek?

Perşembe, Kasım 23, 2006

umuda dair: "umuttur"

sen beni sevdikçe ey yar derdim artar daima
çünkü beni sevsen de
güvenmezsin bana bilirim
ama artan her şeyle birlikte yanlışlık da artar
mesela her su gözyaşı olur
her dönem bir hazin geçiş
suya boşversem yanılsama
aya baksam bir bulut
sevgisizlikle birlikte yanlışlığın hükmü başlar

bir düşün kaç kişiyiz bildirlerde
şimdilik kaç paralığız hele akşam olunca
bunca sütsüzün kahrını çektik düşün ki
gene de soluğumuz
bir orman yangını sayılır oralarda buralarda
ezildik gerçi ama horlanmadık bunu hattırlarsın
mutlaka hatırlarsın bunu
tut ki enver bırakır tehdidini
ethem başlar

çünkü beni sevsen de bana güvenmezsin iyi bilirim
apoletim sırmasız hatta hiç yok
su içsem ağzımın kenarından dökerim
neyi hatırlatır benim sana uzak bir bakışım
bilirim
aslında mutsuz yaşayıp gidiyoruz
ölüme direnerek şimdilik
şimdilik alımlı başka mutluluklara özenerek
aşkımız ve mutfak rafları ve uçaklar üstüne korkumuz
bir yudum gelecek ve mutlu saatler üstüne korkumuz
ama birlikte biliyoruz:eğilecek bugünkü başlar.

sev beni, alış bana
kimse ürkütemez bağlandığımız güzelliğin utkusunu
sev beni, bir dağ gölgesi kadar sev
şimdilik bırak musluğun sızmasını damın akmasını
bir tırnak gibi büyü domuz bir tırnak gibi
zorlayarak her bir yanı
çünkü biraz sonra umut başlar hen günkü, başlar

aslında bir alıştırmadır umut
öbürlerinin azıcık nefes diye bağışladığı
-baharı beklemeye benzer-
hain ve olmayanadır çünkü
umutsuzluğu taşır yanında
oysa nasıl olsa gelecektir bahar denen tarih
önüne durulmaz mantığıyla doğanın
yeşilden olma birim
sudan gelen itmeyle

umut yoktur
kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek
çünkü umut kaçınılmaz gelecektir
bütün gümbürtüsüyle
umut kaçınılmaz gerçektir çünkü
biri asya'da biterken sözgelişi, şili'de öbürkü başlar.

turgut uyar

Cumartesi, Kasım 18, 2006

başlık atma zorunda hissetmesem kendimi

bugün doliciğimi gördüm, özlemişim hem de nasıl. tuhaf, bunca zamandır hiç bir buluşmamızda 1 saniye bile sıkılmasak da, aynı şehirde yaşadığımız halde nedense nadiren görüşüyoruz, böyle haber niteliği taşıyor buluşmalarımız. ayrıca daha önceden tanıştığımız ama bir türlü muhabbet fırsatı yakalayamadığımız alimunyum folyo ile bile kakara kikuru yaptık, kaynattık, o da yetmedi üstüne bir de dedikodu yaptık pek güzeldi pek eğlenceliydi, tekrarlayalım derim ben. bir de şu link verme işini öğretecekti dolicim ama olmadı düşük çene sendromu normal. artık bir dahaki sefere... (hohoyt yine üç nokta)...

Çarşamba, Kasım 15, 2006

özet no: bilmem ki kaç

kardeşin gidişinin yarattığı burukluğu atlatmak bu sefer daha kolay oldu. hemen ertesi gün ısparta'ya doğru yola çıkmak iyi geldi. bir konferans için gittim ısparta'ya teyzemi falan gördüm, yanımda c. vardı. yol biraz uzun sürdü, gündüz yolculuğu daha uzun sürüyormuş, unutmuşum. enişte karşıladı neyse hiç özlememişim kendisini 8 sene daha görmesem olurmuş. enişte bayıcılığından hem c.'yi hem de kendimi kurtarma amacıyla bilet almayı unuttuk bahanesiyle çıktık sokağa. kuzen a., c. ve ben. ben dar kafalılıktan olsa gerek, sorun yaşarız diye düşünürken, geceyarısına kadar herkesin sokaklarda olduğunu, rahat rahat gezilebilecek bir kentte olduğumuzu falan idrak ettim, o kadar ki 23.30 civarında hemen hemen mağazaların tamamı açıktı. eve geç dönüldü tabi, ardından yatıldı ki sabahleyin benim sunuşum vardı.

pişmiş tavuk dedikleri herhalde benim. bizim oturuma geleceklerden biri gelmemiş, tam girmeden önce oh dedim sukıştırmadan rahat rahat konuşurum ama gel gör ki oturum başkanının canı sunuş yapmak istemiş. az çok deneyimim var her sunuşta konferansta mutlaka bir adet deli bulunur(örn: ilk kamuya açık sunuşumda amcanın biri hitler o kadar yahudi katletmeseydi ne yapacaktık onu bir düşünsene diyip sonra da benim marx'a ithafen söylediğim bir şeye asla öyle bir şey demez o dedi. tabi benim hasta ruhlu hafızam kendini açığa çıkarıp amcaya sayfa numarası verdi vs...) , hani o şaşırtıcı değil de bu delinin oturum başkanı olması ilginçti. şöyle ki adam (bu arada prof kendisi) 1988 yılında freud üzerine yazdığı bir makaleyi anlatarak lafa başladı, bu arada gece de az uyuduğumdan ve amca lafı bir türlü bitirmediğinden ben gözler açık uyuma pozisyonuna geçtim. neyse bir 20 dakika kadar sonra lafı fazla uzatmayıp laia mysteria hanıma veriyorum dediğinde ister istemez irkildim tabi. neyse başladım anlattım şudur budur diye, bi yerde acaba ben de mi bayıyorum düşüncesi geldi aklıma ve bu düşünceyle birlikte tak diye sunuşu kestim. yan taraftan bizimki hemen teşekkür edip, kendi performansı açısından oldukça az bir şeyler geveleyip, sözü diğer arkadaşa verdi. diğer çocuk epey iyi bir sunuş hazırlamıştı. lacan üzerinden neo liberalizmin kent politikalarına özel olarak simgelerine etkisi konulu bir sunuş yaptı. oturumun delisi tabi anlamadı. "arkadaşlar böle bunları kesin bilgilermiş gibi anlatıyorlar niye çünkü gençler, halbuki bunların hepsinin altında freud var diyp bir 15dakika daha konuştu, bu arada ben kendimi tutamadım tabi güldüm. neyse sorular kısmında bana sorulan bir soruya cevap verebilmek için mücadele etmem gerekti, kzın birini "bu ne biçim soru" diye azarladı, belli bir noktadan sonra zıvanadan çıkıp, "bu arkadaşlar genç binlerce değişken var hayatta x1, x2, x3, x4,x5, bu kadar net konuşamazlar, birazcık peacefull olmak lazım değil mi?" gibi anlaşılamayan cümleler kurdu sağolsun ama bir konferans boyunca geyiğini yaptık.güzeldi değişikti, yine olsun yine giderim eğlenceliydi. ya ben hiç blog havamda değilim. şimdilik bu kadar, özlüyorum kardeşi ama daha iyiceyim. balibar beni bekler bakalım ab yurttaşlığı mümkün müymüş?

Perşembe, Kasım 09, 2006

inatla yetişkin olamama hallerine devam...

bugün itibariyle kavranmış, tam anlamıyla idrak edilmiş bir gerçek, asla yetişkin olamayacağımdır. şöyle ki insan 29 yaşındayken master yapmaya uzaklara giden kardeşinin ardından 37 gün sonra yeniden burada olacağını bile bile, bu kadar mutsuz olamaz. geldi geldiğinde sanki hiç gitmemeiş gibiydi, ama gidişi evin içini boşalttı, benim açımdan.

sabahleyin saat 7de yataktan çıkmayı becerip, saat 9.30'daki derse geç kaldım. sebep? kardeşle vedalaşma töreni, tabi burada beni ve ailemi "normal" insanlar olarak tasavvur edip bunu bir tür ayrılamama ve sevgi dolu sözcüklerle bezenmiş buruk bir vadalaşma anı sanabilirler. ve sonuna kadar yanılırlar, çünkü sabah saat 7.00 ile evden çıkmayı becerdiğim 9.40 saati arasında yoğunlukla didişme ve karşılıklı laf sokma ve son olarak ancak kapıdan dışarı çıkıldığında akşam eve döndüğünde evde olmayacağı bilincinin yarattığı burukluk. okula zor gidildi yani bugün. ama işte genetik kökenlere sahip manyaklığımız durmadı ve kardeş, ders aramda kalkıp okula geldi, hatta bir de üstüne üstlük avrupa kamusal alanı sunuşumda epey işime yarayacak bol bol malzeme anlattı. neyse en azından bu bile bizim çapımızda büyük başarı, ağlaşmadan ayrıldık...

korumacı aile yapısı denen nane, cidden çok zorlayıcı oluyormuş, üstelik anne babanın çocuklarına anlayış göstermesi, ve ev kurallarını çatışarak da olsa çocuklar lehinde belirlenmesi, aile ile kurulan duygusal bağımlılık ilişkisini kopmayacak bir şekilde aslında metafor yerindeyse düğümlenmesine sebebiyet veriyor. başka bir deyişle alabildiğine özgürlük şansımız, ve yaptığımız tüm işlerde yanımızda olan aile, istenilen ve özenilen bir şey gibi durmakla birlikte, aynı zamanda yıllardır hayalini kurduğu şeyi yaşayan kendine ait bir yaşam alanı avrupa açısından hiç de fena olmayan, türkiye açısından mükemmel düzeyde bir gelir ile yaşayan kardeşimi mutsuz ediyor. hatta ikimizin nadir uzlaştığı konulardan birinin de hiç normal olmadığımız gerçeği oluşu bu durumu kanıtlayan bir gerçeklik, ne de olsa o da ben çevremiz tarafından - en kibarları tarafından-"ailesi söz konusu olduğunda bira tuhaflaşır." şeklinde nitelendirilen insanlarız. ya bir insan bu kadar tuhaf olur hakkaten iki dakika anliz yapma da bir sus, özlüyorum onu de bitir. ama yok illa genelleme ve kategorizasyon yapılacak, bunun içinden değerlendirilecek. neyse işte olmayınca o böyle kendi kendime didişiyorum. şimdiden özledim. yeter bu kadar daha fazla yazmayacağım.

Pazar, Kasım 05, 2006

ankara'ya kar yağarken


evet ankara'ya kar yağmakta üstelik lapa lapa. kasım ayı süprizi oldu benim gibi kar ile mutlu olanlar için. uzun zamandır yazamadım, özet geçmeye halim yok, ayrıca önümüzdeki bir hafta daha yazamayacağım, çünkü uzaklardan ailesini görmeye özlem gidermeye kardeşim geldi. onun şerefine babamın büro arkadaşı şarap getirmiş, onunla ankara'nın ilk karını kutlamaktayım şu anda. kardeş ise az önce dayanamayıp sızdı. insanın böyle bir ablası olur da kardeşi bu kadar mı dayanıksız olur içkiye, ilginç...

aslında uzun süreden beri devam eden iç karartıcı ruh hallerinden sıyrılmanın yolları geçtiğimiz hafta içinde bol bol karşıma çıktı, gel gör ki karın ve şarabın etkisiyle tam anlamıyla gevşemiş ruh hali içinde anlatarak, haksızlık etmek istemem. iyiyim yani, merak edenlere, buradan takip edenlere...


*sosyomatta cümlelerin üç nokta ile bitirilmesinin bir depresyon belirtisi olduğunu ima eden bir etiket ve bol miktarda bu minvalde ahkam vardı bugün. belki de haklıdırlar... :D