Cuma, Aralık 29, 2006

flaş flaş flaş şok haber son dakika flaş flaş flaş

fuzuli haber ajansından geçen son dakika haberi: laia mysteria iş buldu. olayın şokunu atlatmak için de doli incapax'ın bürosuna sığındı. fuzuli haber ajansı muhabirinin telefonla görüştüğü laia mysteria, bu şok gelişmenin hayatında yaratacağı değişiklikle baş ederken zorlanacağının bilincinde olduğunu, ancak yetişkin dünyasına geç de olsa kabulünün mutluluğunu yaşadığını bildirdi.

ps1: bu satırlar doliciğimin bürosunda yazılmıştır.
ps2: alimunyum folyo'nun vaat ettiği biber turşusu, ve kendileri henüz görünmediler.

Çarşamba, Aralık 27, 2006

ah keşke

keşke şu anda anlatacak güzel bir hikayem olsaydı, o kadar anlatasım var ki bir şeyleri. işte şans bu ya yok, uydurma kapasitesi ise alabildiğine sorunlu bu aralar. gerçeklik denilen şey ile - her ne anlama geliyorsa - o kadar bütünleşmiş durumdayım ki, durmadan roman okumak istemekle beraber bir romanın kugusuna dahi katlanamıyorum. beni tanıyan okuyucular bilir bu çok nadir görülen bir semptomdur, benim deliliğim içinde. o kadar nadir ki az önceki cümleyi yazdıktan hemen sonra en son ne zaman roman okuyamadığımı düşündüğümde hatırlayamadım. ilk olmasa gerek böyle bir ruh hali ama yine de benim tanındık bilindik hallerimden biri olmadığı kesin. neler yaptığımı da anlatmak istememekteyim. özet zaten tek bir cümle ile yapılabilir: istihdam sorunuma odaklanmış durumdayım, bunun haricinde bir numaram bulunmamakta. o sorun da inatla ben odaklandıkça bir kördüğüme dönüşmekte.

ben bunları yazarken çok ilginç bir davet aldım: istanbul'da yılbaşı kutlaması... anlatacak mevzu mu çıkacak ne? :)

post no:61


"masumlar ne anlattı yüzlerinde
cennet neyi yitirdikten sonra aradığımız şeydir
içimizdeki boşluk başta nedir ki ölümden
ve bu boşlukta nereye dek gidilebilir"

Çarşamba, Aralık 20, 2006

istanbul seferinin hazin ama tanıdık sonu

sınava gittim. sorular aslında olabildiğince genişti. bir tür ne biliyorsan yaz sorularıydı. yazdım, mülakata dahi çağırmadılar. görünen o ki, benim yaptığım şeyin bu hayatta maddi bir karşılığı yok. manevi karşılığı ise gerçekte (her ne demekse) tamamen insanın kendini kandırabilme kapasitesine bağlı.

batı cephesinde değişen bir şey yok ...

Pazar, Aralık 17, 2006

esinti


"o zamandan beri hayat bir tür oyun gibi geliyor bana. çözülemeyecek hiç bir sorunun olmadığı, sorunlar yoğunlaştığında ise başka bir oyuna geçmenin mümkün olduğu..." annemin şu anda evde misafir ettiği arkadaşı bu cümlelerle bitirdi anlattıklarını. bir hafta önce nerdeyse bir tırın altında kalıyormuş arabası, kendisi de içindeyken. kendimi bildim bileli annemin hayatında olan bu her daim bakımlı her daim rejimde (annemin böreklerini yememeyi başarmış az sayıda insandan biridir kendisi.) teyze, hapur hupur yiyiyor bunları anlatırken. annemin öbür misafiri şu anda rejimde olan ise şaşkınlıkla biraz da anlatılanların etkisiyle bir dilim daha börek yemeyi reddetmenin verdiği pişmanlıkla dinliyor onu. hiç ölümden dönmedim. ama oyun gibi görmek olanı biteni, tanıdık geldi.

resimin adı: yalnızlığın etkileri

Cuma, Aralık 15, 2006

olanlar bitenler esintiler alıntılar vs....

başlık atma konusunda çektiğim sıkıntı artık beni böyle saçmalama noktasına itti. neyse yaratıcılığı zorluyor olmadı numaralandırırım düşünceleri ile avutmaktayım bünyeyi.

ders çalışıyorum sınav için. acaba ne sorulacak merak içindeyim. gerçi, bu kadar geniş bir alanda ne çalışacağımı şamşırmış vaziyette dolanıyorum daha doğru bir ifade olacak. hiç bilmediğin konudan soru çıksa bile sen mevzuyu bağlarsın gibi destekleme amaçlı kurulan cümleler ise tam tersi etki yapıyor, zira şu kafa karışıklığı ile ayakkabılarımı bile bağlayacak durumda değilim, işin aslı. neyse efendim gidilecek görülecek. ama şayet 2006 yılının içine bir de istihdam sorununu çözmeyi de eklersem, bu yılın beni 1 yıldan çok daha fazla -5 yıl olabilir- yaşlandırmış olması gerçeği tartışılmaz bir şekilde üçüncü kişiler tarafından da kabul edilecek. her durumda 2006 yılının son ayında olmak bana iyi geliyor. her kötü şeyin biteceğine dair çocuksu inancımı doğruluyor. esintiler kısmını burada kesip olan bitene geçeyim madem.

noldu? pek bir şey olmadı, ç. de başka bir üniversitede kadroya bşvurdu o da 2006 kadrosu yani bu ay içinde belli olacak. bir bakımışız bizim ortamın kadim işsizleri iş bulmuş, yılbaşına öyle girmiş. ne güzel ama yine buruk. ya da en azından şehir değiştirmekle yüzyüze olan bendeniz açısından.

alıntı yapmaya ise üşenmekteyim şu an itibariylen.

Çarşamba, Aralık 13, 2006

alıntılar

"ruhları güçlendirmekten çok nasıl kıracağını bilenler başkaları için oldukları kadar, kendileri için de katlanılmazlardır." spinoza "ethica"

"kederli ruhların desteklemek ve propagandasını yapmak için bir despota ihtiyaçları olduğu gibi, despotun da amaca ulaşmak için ruhların kederlenmesine ihtiyacı vardır. her koşulda onları bir arada tutan şey yaşama nefreti, ve hayata karşı beslenen hınçtır." deleuze "spinoza pratik felsefe"

"yaşamıyoruz, sadece yaşamın bir benzerini sürdürüyoruz, sadece ölümden kendimizi nasıl sakınacağımızı düşlüyoruz, ve bütün hayatımız bir ölüm tapıncı." spinoza

Salı, Aralık 12, 2006

7tepe istanbul \ önem & ali



"biz öyle sanıyoruz"


özet yapmak lazım mevzular yine birikti. istanbul'da bir kadro açılmış bunu öğrendim çarşamba günü. cuma son günmüş başvuru için. her daim mevcut karamsarlıkla zaten alınacak bellidir, gitmeyeyim diye düşünürken, perşembe sabahı ders arasında f. ile sohbet ederken f. boşver be laia git ne kaybedersin gezmiş olursun dedi. bunun üzerine ikna olup hemen bilet ayırtıp, kardeşi muhtara göndermek suretiyle evrakları tamamlayıp atladım trene.

sabah 7.30'da haydarpaşa'da trenden indiğimde sisli bir hava karşıladı beni. malum her ankaralı gibi istanbul'un belirli yerlerini bilmekteyim, ve tabi ki acil durumlarda alternatif yollara dair bir fikrim yok. önce bildiğimiz yolu yani vapur ile eminönüne geçemye denedim , vapura da bindim hatta. ama indirdiler sis nedeniyle seferler iptal diyerek. ve ufak çapta bir macera başladı. neyse efendim uzatmadan gideceğim yere dört saatte gittim ve bu arada aklımda düzenli alarak dönen "ya olursa nasıl yaşayacağım ben buralarda" düşüncesiydi. başvurdum, gezdim, a.yı bekledim. u. ile tanıştım, ertesi gün f ile ı. da geldiler b. ile ö. zaten oradalar, onlarla içtik, gezdik, bol miktarda yedik vs... dün sabah geldim yeniden toplantı a'nın doğum günü, geçti gün.

yoksa 28 yıllık ankara macerası sona mı erecek? ürktüm ya ben. aslında san fransisco resminden ziyade daha önce kullanmış olduğum şaşkın ördek yavrusu bu gündem için daha uygun olur gibi geliyor. ama bu resim de pek güzel. bakalım bakalım.

Çarşamba, Aralık 06, 2006

ıvır zıvır vs...



aslında yazacaktım bir şeyler, gel gör ki çalışmak lazım resmi pek sevdim bu arada.

Salı, Aralık 05, 2006

serseri mayın ve temas ettikleri





dün m.'nin tez jürisi vardı, ona gittim. bu kadar geç vakte kalmış olmasından da anlaşılacağı üzere, pek titizlenilmiş bir tezdi söz konusu olan. bu titizlik malasef sadece tez yazarının hassasiyetlerinden kaynaklanmamakta, en az onun kadar tez yazarının hocaları ile kurduğu ilşkilerin kurbanı olmasında da kaynaklanıyordu. neyse efendim bildik hikaye işte: yaptığının arkasında durmazsan, üstelik karşındaki statükolar üzeriden hayatla ilişkileniyorsa, üç farklı danışman ile yazdığın dolayısıyla üç kez yazdığın tez, birden üzerinde çalışılması gereken ama madem yazdın hadi geçirelim diyen küçümseyen bakışlarla son bulur. hoca milletini ne anlamak ne de anlatmak mümkün zaten. bundan dolayı onları anlama uğraşından didişme uğraşından vazgeçerek anlatayım efendim. geçti ama buruk geçti yani jüri, sonra zaten kafası bozuk bir insan olan biriyle olduğunun ayırdına varan m. devam edip benim eskiden dahil olduğum birilerine dair sıkıştırnaya devam etti beni. bu ne demek? valla daha açık yazmam pek mümkün değil mevzunun üzerinden atlıyorum.

efendim istihdam olanaklarından birinden dahi haber çıkmamıştur. başka işler vardır yapılması gereken ama can istememektedir. bir dakika o kadar depresif değilim şu an itibariylen sadece işte nedir ki hayatınla ne yapacağını bilememe hali. günceye geri dönelim.

bir sürü insanla karşılaştım dün. mesela jüri sonrası ç. ordaydı onunla üç beş ettik. tanıdığım en tuhaf insanlardan biri aslında ç. ona dair hep bilmediğim bir türlü anlayamadığım bir boş alan olacak galiba. tarih ne tuhaf şey allahım, bazen kötü yazılmış abartılmış bir senaryoyu oynuyor gibi hissediyorum kendimi. zaten çocukken küçükken ah belinda dan pek etkilenmiştim. normaldir. neyse yanımda m. çıktık okuldan epey çenemi düşürdü tabi m. tipik meraklı raziye işte. sonra çay kahve muhabbet tespit vs. ardından tuhaf bir toplantımsı. çıktım eve gitmek gerekiyordu aslında babamun doğum günüydü, ama hediye falan ayağına asıl olarak eve gitme isteksizliği ile dolandım, bu arada c. ve b. yi gördüm, f.ye uğramaya karar vermiştim aslında neyse işte ayak üstü geyik çevirmece falan. sonra f yoktu yerinde, çıktım kitap bakayim babanın sevdiği bir şey bulurum belki düşüncesiylen kitapçıya gittim. o. oradaydı, alamamışlar festivalde ödül, bozulmuş ama inatçıymış vs... o kadar tuhaf bir muhabetti ki benim açımdan neyse tuhaf ama çünkü yok yani nasılsının ötesi düne kadar. neyse ilginç olan buydu güne dair olarak sanırım. yani serseri mayın misali ortalıkta dolanırken temas ettiğim diğer mayınlar (ben bunu başlık yapayım en iyisi)

neyse içerde bir başka o. vardı, sınıf arkadaşım kendisi ama pek konuşmazdık neyse bir saat kadar da kendisiyle şuydu buydu yaptıktan sonra bana bir kıyak yapıp bulamadığım bir kitabı buldu babamıza aldık tabi. ( baba da ayrı bir arıza ama tahlil yapılamayacak kadar arıza olduğundan kapsam dışı bırakacağım kendisini.) neyse sonra m. ile bu başka m. karşılaştık bıdır dıdır vs, sonra kafası olabildiğince karışıka., ve onun mutluluğunun huzuru ile günün dışarıda geçen kısmını kapattık. evde de baba arıza ya çocuk gibi sevindi kitaba, ben bir kez daha şükran duygularımı ilettim içimden o.'ya.

resimin konumuzla ya da herhangi bir şey ile alakası yoktur. senaryo yazarı sapıttı ben ne yapayım? böyle eski zamanların siyah beyaz görüntüleri pek bir huzur dolu geliyor bu aralar. hiç bir rasyonal argüman olmadan üstelik. hakikaten senaryo yazar olsa ya da olmaması mı daha iyi bilmiyorum

(önemli not: alegori yoktur bildiğiniz senaryo yazarından bahsetmekteyim.)

Cuma, Aralık 01, 2006

işte tüm soruların cevabı



anlaşılacağı üzere bütün huysuzluğum yarım kilo yeşil mercimeğin yokluğundan kaynaklanır. gerisi hikaye :D

mahmut hoca habamam sınıfı yetişkin olmak vs...

son bir haftayı okuyarak, mütemadiyen bu okuduklarımı anlatmak suretiyle çevremdekileri bayarak geçirdim. sebep? sunuşumuz vardı, azar işitmeden atlatmalıydık, mükemmele yakın olmalıydı ki hoca da daha az söylensin, mümkün olan en az zayiatla atlatalım. tabi neyi unuttuk, ne yaparsan yap eğer bir ortamda dönen asıl kaygıları görmüyorsan çuvallarsın. hatta kaygıları fark etmek de seni çuvallamaktan kurtaramayabilir.

az önce tvde habamam sınıfında mahmut hoca'nın kötü öğrenci yoktur, kötü veli vardır söylevini izledim. mesajımı aldım geldim oturdum pc başına. evet efendim hatta demokrasi açığı da yoktur az vokta vardır. uzatalım: anlamamak isteği yoktur, fazla ciddiye almak vardır. çocuk kalmak yetişkin olamamak ve diğerlerinin konumuzla ne alakaları olduğunu, hatta konumuzun ne olduğunu dahi bilmemekteyim şu an itibariylen. kızgınım ama neye ya da kime pek emin değilim. tüm bunların yaşanmasına kapı açtığım için kendime mi, bunların yaşanmasında bir taraf olmamı bekleyen kişiye mi, yoksa az votkaya mı bilemiyorum. dünden beri yeniden idrak ettiğim bir şey var ki o da şu: aynı okulda üst üste iki yıldan fazla vakit geçirmemek iyi bir şeymiş, saygı duyulanların bu saygıyı ne kadar hak ettiklerini sorgulamadan, hayata dair bir inançla yaşıyormuşum. hayatımda ilk defa aynı okulda dördüncü yılımda bulunmaktayım ve tadı kaçmakta. görünen o ki bir yolunu bulup ben de kaçmalıyım.

ya bilirim bir şeyin idealize edilmesi her daim sorunlu eksik bir kavrayıştır. dışarısı gerçekten yoksa bunun bilincinde olunca hayal kırıklığı cümleleri anlamsızlaşır vs... ortak iyi güzel ve huzurlu yaşama inanmak istiyorum ve saflık ediyorum tamam peki öyle olsun, üstüme gelmeyiniz, sıkıldım, kızgınlığım da geçmeden yazmamalıyım sanırım.