Pazar, Ocak 06, 2008

yeni bir yıl...

uzun süredir yazamıyorum cümlesiyle başlamanın bir alışkanlık haline geldiğinin epeydir farkındayım.

uzun süredir yazamıyorum. insan tuhaf varlık, kendi yarattığının kölesi olmada ise oldukça başarılı. zamanı isadan başlatıp, bir takım bölümlemeler yaratmak sonra da bunlar içinde dönmek, ve çıkamamak, zamansızlıktan yapmak istediği pek çok şeyi ertelemek, ve sonra kendisine göre tanımladığı zamanda yeni bir bölümlemeye adım atıldığından hareketle kutlamalar, umutlar, kavgalar, kırgınlıklar... buradan bakıldığında tamamiyle komik bir hikaye aslında hikayemiz.

hikayenin komik olması, onun bir parçası olduğumuz gerçeğini değiştiremeyeceğine göre, 2007'ye dair bir döküm yapmak istemekteyim. ne de olsa bu kayıt defteri benim için. sondan başlamak gerekirse, 2007 nin son saatleri, 2008in ilk saatleri yüksek ateş ve mide bulantısı ile geçti. o halde buradan tüm yılın böyle hafif hasta, halsiz ve bıkkınlık içerisinde geçeceğine ilişkin çıkarımların yolu açılabilir. ama tabi annemiz ve kardeşimiz yanında üstelik de hasta halde bu şekilde zırvalanırsa, kola ve bacağa gelen çimdik hak edilmiştir. oturduğu yerden baba da biz senin bilimle ilgilendiğini sanyorduk konulu bıdbıdlanır. böyle sabaha kadar hasta hasta söylenenlere yanıt verecek halimiz olmadan geçer.

2007nin son saatleri ve 2008in ilk saatleri üzerinden geleceğe ilişkin bir çıkarım yapılabilir mi bilmiyorum ama, o an hissettiklerim bir yılın özeti gibiydi sanki. evet 2007 herşeyden önce çok yorucuydu benim için. ama eski yazdıklarıma göz atıldığında 2006 da öyleymiş, ama zaten yukarıda kendi yaratttıklarımızın kölesi olmamız düşüncesi de bu sebeple yazılmıştı. ama 2007 yi 2006 dan ayıracak bir kriterimiz olduğunu söylemek mümkün. o da z. hoca -ki kendisi ile asıl olarak 2007 senesi içerisinde tanışılmış, sohbet etme ve tanıma imkanına erişilmiştir, bu anlamıyla 2007 yılını güzel kılan gelişmelerden biridir- ile yaptığımız bir sohbette, onun tarafından dile getirilmişti. z. hoca, akademik sistemin abkluklarının ve bizler üzerinde yarattığı baskıların büyük adaletsizlik olduğunu söyleyerek, bu hikayede bir yarar aramak gerekirse, akademisyen olmak isteyenlerin bir şekilde varlık sürdürme için başka işlerle ilgilenmelerinin zorunlu oluşunun onların akademik yaşamlarına katkı sağladığını dile getimişti. aylardan kasım idi. o anda bende değişenin ne olduğunu anlamaya başladım. çok yoğunum ve belli ki uzun süre böyle yaşayacağım, ama artık bakış açım oldukça farklı. ve kendine güven diye adlandırırlan, benden her daim uzak durmuş, davranış kalıbı, artık beni de ele geçirdi. bu olumlu mu yoksa olumsuz mu açıkcası kestiremiyorum. ama 2007nin bende bu yönde bir değişim yarattığını, kendine güvenen laia imgesinin o kadar uzağında durmadığımın farkındayım. tabi bunu anladığımızda, sennnett'in işin insan üzerindeki etkileri metni aklımıza geliyor. bir kez daha yaşamın ne kadar zor olduğu ile yüzleşiyoruz.

söz konusu metinde sennett der ki, artık keynezyen politikalar (bizdeki karşılığı ithal ikameci sanayileşme modellleri) terk edildiğinden beri, insan yalnızdır, ve her tür olumsuzluk, olumluluk, yaşadığı her şeyin sorumluluğunu tek başına taşır. bu o kadar zorlayıcıdır ki, kişinin neoliberal politikalar yüzünden işsiz kaldığı aklına bile gelmeyebilir. bu tekillik, yaşamın her anına işler, ve insanın ailesini, eşini, sevdiğini, dostunu da kapsar. yalnızca çocuklar söz konusu olduğunda tekillik düşüncesi anlamını yitirir. hatta bu "neoliberal" insan, çocuklarını birbirleri ile bağlı yakın ve sonsuz destek sağlayacak şekilde büyümesi için çaba gösterir. acaba aile gerçekten bir direniş odağı olarak okunabilir mi? bilmem.

2007ye ilişkin olarak başka bir şey şu anda aklımıza gelmiyor. yazıya başladığımdan beri kafamda dönen bir victor hugo cümlesiyle bitirmek istemekteyim.

"işte bu batan güneştir, bizim şafak dediğimiz"

Hiç yorum yok: