Salı, Şubat 06, 2007

oğuz atay/ bir bilim adamının romanı ve günlükler

“Günlük tutmaya da sizin yüzünüzden başladım. Dedim ki kimse beni dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım İnsanlar! Sonunda bana bunu da yaptınız."

Günlükler'den

"Bana kalırsa sanat kalsın tarih denen şey. Bilim neye yarar ki, aldatmacadır yaşam gibi. Peki neden uğraşıyoruz, neden bu çabalama... Efendim bilim uğruna yapıyoruz. Peki şimdi bir an için bütün şu yüksek denklemleri ve uzun sonuçları bırak da bana söyle. Bilim nedir? Efendim? Bilim nedir? Dedim. Bilim mi nedir? Evet. Efendim bilim, uğraştığımız şeydir. Bilim her şeyden önce, üniversiteyi bitirdikten sonra “bilim yoklaması” ve “yabancı dil sınavı” gibi engelleri aşarak doktora öğrencisi olmaya hak kazanabilmek için Gerekli bir şeydir. Sonra, bir süre kürsüye gelen yabancı kitapları ve dergileri izleyerek bakalım ne var ne yok diye durumu izlemektir; sonra durumu kollamak ve çok küçük bir mesele seçmek ve bu küçük şeyi büyüterek onu bir doktora haline getirmektir ve bu doktorayı yapmaktır. Sonra doktora sınavından başarı göstermektir ve bu başarıyı gösterdikten sonra gülümsemeyi unutmaktır. Bilimin, birinci ve en zor şartı budur. Sonra karşınıza doçentlik sınırı gelir. Bu sınırı aşmak ilk bakışta zor gibi görünse de asıl zorluk doçent olmak değil eylemli doçent olmaktır; yani bir kadro ayarlamaktır. Bunun için, daha bilimin başında, yani kürsü seçerken boş kadrolu birine kapılanmak ve gereğinde profesörler kurulunda sizin hakkınızı arayabilecek dişli bir kürsü başkanı bulmaktır. Sonra profesörlük bilimi gelir. Bu bilime akıl erdirmek biraz zordur; onun için en iyisi sabırla beş yılı beklemesini bilmektir; bu arada bilime oy verecek profesörleri gücendirmemesini bilmektir. Çünkü beş yıl sonra bilim seni içine almak için gerekli sayıda parmağı kaldırmaz. Milli eğitim bakanının onayı da bilimde önemli bir yer tutar. Bakarsın kendin bile anlamadan biraz ilerici olmuşsundur: evrakın aylarca bakanlıkta beklemiştir. Bilim için ne acılar çekmişsindir. Onun için demişlerdir ki “Gençliğine doyamadan profesör oldu”. Çünkü bir insan olsa olsa ne olur? Hiç. İşte öyleyse profesörlükten sonrası bir hiçtir. Fakat çoğu zaman bilim burada kalmaz. Bir de bakarsın yıllar geçmiş, kürsü başkanı olman için sıran gelmiştir: fakat bir kürsüde birden fazla bilim adamı olabilir ve gene kurularda parmak sayısı hesabı birden önem kazanır. Fakat ne de olsa artık profesörsün; kürsü başkanı olamasan da artık senin için karada ölüm yoktur. “Profesörlük takdim tezi”ni yazalı yıllar geçmiş, artık ne doktora, ne tez, ne de kitap yazma engeli var önünde; bundan sonra olsa olsa öğrencilere ders kitabı yazabilirsin, maddi durumunu düzeltirsin ve profesörler yapı kooperatifine girerek yılardır yorulan kafanı dinleyebilirsin; tabii dekanlık, rektörlük gibi yeni bilimsel araştırmalar seni beklemiyorsa. Görülüyor ki arkadaşlar bilim uzun ve çetin bir yoldur.”

bu da Bir Bilim Adamının Romanı'ndan
hatırlatma için a.'ya teşekkürler...

Hiç yorum yok: